Betta Hakkında Herşey
Beta, bilinen tüm akvaryum balıkları içinde en ünlü ve en yaygın türlerden biridir. Tecrübe düzeyi ne olursa olsun tüm akvaristlerin, hatta bu hobiyle hiç ilgisi olmayan birçok insanın bile tanıdığı ve hakkında bilgi sahibi olduğu bir balıktır. Bu ünlerini, güzel renklerine ve uzun yüzgeçlerine olduğu kadar; benzersiz davranış özelliklerine ve sert, kavgacı yapılarına da borçludurlar.
GİRİŞ: Latince ismi Bilinen ismi İsimlendirilmesi Anavatanı Beslenme biçimi Davranış biçimi Maksimum boy Yaşam süresi Üreme biçimi Cinsiyet ayrımı Minimum tank hacmi Sıcaklık toleransı Sertlik toleransı pH toleransı Bakım zorluğu |
: Betta splendens |
Betanın vücut yapısı, açık su boyunca zahmetsizce yüzmesine izin verecek bir şekle sahiptir. Vücut yüzeyinin büyük kısmı, küçük ve ince pullarla kaplıdır. Bu pullar deriye bağlıdır ve balığın kuyruk kısmından başlayarak, çatı kiremitleri gibi üst üste dizilmişlerdir. Balığı yaralanmalardan korurlar ve suda kayar gibi yüzmesine imkan verirler. Pullar saydamdır ve balığın deri rengini gösterirler. Balığın gerçek rengi, deri üzerindeki pigment hücrelerinden (Chromotophores) gelir. Pulların üzerini, vücudu kaygan ve düzgün bir hale getiren bir mukoza tabakası kaplar. Bu tabaka aynı zamanda bir çok dış parazit ve hastalığa karşı da koruma sağlar.
Betalar, işleyişi kara hayvanlarındaki akciğere benzeyen, labirent adlı bir organa sahiptir. Bu organ sayesinde havadaki serbest oksijeni kullanabilirler. Bu yüzden beslenmeleri için büyük akvaryumlara ihtiyaç duyulmaz. Küçük kavanoz ve fanuslarda hatta bardaklarda bile yaşamlarını sürdürebilirler. Ancak çok küçük hacimli, rahatsız kaplardaki durumları, sadece 'yaşamaya devam etmek' olarak tanımlanabilir. Sağlıklı ve rahat biçimde yaşamaları ve doğal davranışlarını sergilemeleri için, en az 4 litrelik bir akvaryum veya benzer kaplarda beslenmeleri gerekir (Yetişkin bir erkek beta için önerilen minimum su hacmidir.)
Betalar, güçlü ve dayanıklı balıklardır. Oldukça geniş bir yelpazedeki su koşullarına rahatlıkla uyum gösterebilirler. Hatta bulanık, kirli sularda bile rahatça yaşarlar. Hastalıklara karşı diğer birçok tropikal türden çok daha dirençlidirler. Düşük veya yüksek sıcaklıklarda uzun süre hayatta kalabilirler.
Betta splendens'in ortalama yaşam süresi 2-3 yıldır. Ancak geniş tanklarda tek olarak beslenen erkek bireylerin 5 yılı aşkın sürece yaşayabildiği belirlenmiştir. İyi beslenen balıklar, yaklaşık 4 ayın sonunda yetişkin görünüme kavuşurlar ve 6-8 ayda üreme olgunluğuna erişirler.
Yetişkin erkek betalar 7-7,5 santimlik bir boya ulaşırlar. Bu uzunluğun hemen hemen yarısı kuyruk uzunluğudur. Dişiler ise biraz daha ufak olurlar ve kuyruk ve yüzgeçleri erkeklerinki gibi uzamaz. Son dönemde daha büyük boyutlarda betalar da üretilmeye başlanmıştır.
Betta splendens, dövüşçü ve aşırı saldırgan bir tür olarak tanınmasına karşın, kendi türü dışında genelde barışçıldır. Bazen kendine yakın boyutlardaki balıklara karşı agresif tavırlar sergilese de, zarar verme amaçlı saldırılara çok az rastlanır. Zaman zaman da, kendileri gibi geniş kuyruklu ve ağır yüzen balıkları (erkek lepistes gibi..) rahatsız edebilirler. Betanın karma akvaryumlarda bulundurulmasının tavsiye edilmeme nedeni, kendi agresifliğinden çok diğer balıklar için kolay ve çekici bir hedef teşkil etmesidir. Özellikle taç kuyruk gibi bazı varyeteler, diğer balıklar için dikkat çekici olan ve bu yüzden kolayca hırpalanabilecek kuyruk ve yüzgeçlere sahiptir.
Betta splendens, kendi türündeki balıklara karşı çok agresif bir davranış biçimi gösterir. Özellikle erkekler aşırı derecede bölgeci ve rekabetçi balıklardır. Doğada her erkek kendine ait bir bölge belirler ve bu bölgeye giren dişiler üzerinde hak iddia eder. Bölgesine giren diğer erkeklerle şiddetli mücadelelere girişir. Genelde iki erkek karşılıklı gövde gösterileri yapar ve bir süre sonra biri yenilgiyi kabul ederek bölgeyi terk eder. Sadece, boy ve güç olarak denk erkeklerin kavgaları sırasında yaralanmalara rastlanır. Eğer iki taraf da geri çekilmezse birbirlerinin etrafında dönerek saldırmaya başlarlar. Güçlü çeneler ve keskin dişler, rakibe ciddi fiziksel zarar verebilir.
Doğal ortamda yaşanan kavgalar nadiren ölümle sonuçlanır. Çünkü mücadele uzun sürse bile, sonunda rakiplerden biri diğerinin üstünlüğünü kabul eder. Akvaryumlarda ise, dar hacimli alanlar oldukları için çok daha sert mücadeleler görülebilir. Bir taraf yenilgiyi kabullense bile kaçacak yeri fazla olmadığı için sürekli saldırıya maruz kalabilir. Yine de çoğu zaman sonuç yırtık yüzgeçler ve ufak çaplı yaralanmalardan öte değildir. Ancak hırpalanan balık sürekli stres altında olacağından, normal yaşamsal faaliyetlerini sürdüremez ve büyük ihtimalle ölür. Bu yüzden olağanüstü geniş hacimli ve bolca saklanma alanına sahip akvaryumlar dışında, iki erkek beta kesinlikle aynı yere koyulmamalıdır.
Dişiler genel olarak bu kadar agresif değildir ve birçok dişi bir arada tutulabilir. Yine de zaman zaman istisnai bireyler ortaya çıkar ve diğer dişilere ve hatta erkeklere saldırabilir. Üreme zamanı dışında dişi ve erkek betaların da aynı ortamda bulunmaları önerilmez. Çünkü erkek beta dişinin hazır olup olmadığına aldırmaksızın çiftleşmek isteyecektir. Bu durumda daha küçük yapılı ve güçsüz olan dişi erkek tarafından hırpalanabilir, hatta öldürülebilir.
Uzakdoğu'da, özel olarak yetiştirilmiş, sert betalar arasında halen yapılan dövüşlerde bile ölüm oranı çok düşüktür. Ölümlerin çok azı dövüş sırasında gerçekleşir. Daha çok, dövüş sırasında yaralanmış balıkların sahipleri tarafından ihmal edilmesi sebebiyle balık kaybedilir.
Günümüzde, beta dövüşleri için yetiştirilen balıkların çok azı safkan Betta splendens türleridir. Bunlar da genelde kısa kuyruk betalardır. Zamanla, farklı betta türlerinin ya da hibrit bazı balıkların, Betta splendens'e oranla daha güçlü ve saldırgan olabildiği ortaya çıkmıştır. Örneğin yeni elde edilen ve şu aralar gözde olan bir dövüşçü ırk, B. splendens ve B. smaragdina arasındaki çaprazlamalarla üretilmekte ve sadece % 12,5 oranında splendens kanı taşımaktadır.
Tahmin edilenin aksine, iyi dövüşçü betalar yetiştirmenin püf noktası erkek bireylerin değil, dişi bireylerin seçiminde saklıdır. Üretimde; nadir olarak rastlanan saldırgan dişilerin kullanılması, çok daha güçlü ve agresif yavruların elde edilmesini sağlar. Ancak bu şekilde üretim oldukça risklidir. Saldırgan dişinin kendisine kur yapan erkeği öldürme ihtimali yüksektir.
Beta hakkında verilecek bilgilere, hayvanlar alemindeki yerini de dahil etmek uygun olur. Aşağıda, betanın doğal (filogenetik) sınıflandırmadaki yeri verilmiştir.
Alem Şube Alt şube Üst takım Sınıf Takım Alt takım Aile Alt aile Cins Tür |
: Animalia (Hayvanlar) : Chordata (Kordalılar) : Vertebrata (Omurgalılar) : Osteichthyes (Kemikli balıklar) : Actinopterygii (Işın Yüzgeçli Balıklar) : Perciformes (Levrekgiller) : Anabantoidei (Labirentliler) : Belontiidae (Guramiler) : Macropodinae (Bettalar ve Cennet Balıkları) : Betta (Bettalar) : Betta splendens |
Betta splendens, "beta" adıyla özdeşleşmiş olsa da, aslında bilinen 60'dan fazla Betta türünden biridir. İsimlendirilmemiş ya da net biçimde tanımlanmamış türler de vardır ve henüz keşfedilmemiş türlerin de olduğu sanılmaktadır. Ayrıca, Betta türleri arasında yapılan çaprazlamalarla birçok melez tür de elde edilmiştir. Bu türler, vücut yapıları, yüzgeç şekilleri, agresiflik düzeyleri gibi birçok özellikleriyle birbirinden farklı olabilir. Aralarında oldukça ilginç olan türler de vardır...
Örneğin, 1975'de tanımlanmış bir tür olan Betta imbellis, barışçıl beta olarak da tanınır. Bu türün erkekleri bir arada tutulabilir ve önemsiz sayılabilecek bazı ufak sürtüşmeler dışında birbirleriyle mücadele etmezler. Betta smaragdina gibi bazı türler 1 erkek ve 4 dişiden oluşan gruplar halinde bir arada tutulabilir ve üretilebilirler. Bazı durumlarda erkeğin birden fazla dişiyle çiftleşerek tüm yumurtalara bakıcılık ettiği görülür. Betta coccina gibi ürkek türlerin yanında Betta persephone gibi çok agresif türler de vardır. Bu türün bireyleri, özellikle bölgelerini savunurken, kendilerinden çok daha büyük balıklara bile kafa tutabilirler. Ancak aralarında en ilginç olanlar, erkeklerin yumurtaları ağızda kuluçkada tuttuğu ve yavrular çıkana kadar bu şekilde sakladığı Betta türleridir. Betta pugnax, Betta simplex ve Betta macrostoma bu türler arasındadır. Bu ilginç üreme biçiminde, dişi ve erkek dökülen yumurtaları ağızlarında toplarlar. Bir süre sonra dişi balık tüm yumurtaları erkeğe devreder. Yaklaşık 20 gün boyunca erkeğin ağzında kuluçkada kalan yavrular, daha sonra serbest yüzmeye başlamış bir halde suya bırakılır.
Aslında, beta türlerinin ortak özellikleri de oldukça fazladır. Buna rağmen, Betta splendens her zaman daha fazla ilgi çekmiş, en ünlü ve en güzel tür olmayı başarmıştır. Yine de, özellikle son yıllarda Asyalı üreticiler diğer betta türlerinin de geliştirilmesi yönünde çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Bu çalışmaların sonucu olarak, Betta imbelis, Betta smaragdina, Betta sp. Mahachai gibi; doğal görünümleri Betta splendens'e benzeyen türler de geliştirilmeye başlanmıştır. Vahşi bireylerden daha güzel renkli, daha uzun yüzgeçlere sahip ve hatta yarım ay, taç kuyruk gibi farklı yüzgeç ve kuyruk özelliklerini taşıyan bireyler ortaya çıkarılmaktadır.
TARİHÇE:
Beta merakı ilk olarak Siyam'da ortaya çıkmıştır. Yazılı kaynaklarda yaklaşık 170 yıllık bir tarihten bahsedilse de, bu merakın çok daha eskilere dayandığı bilinmektedir. (600 yıl önce,Sukothai İmparatorluğu döneminde bile betaların beslendiği ve üretildiği sanılmaktadır.) Ülke insanları,erkek betaların birbirleriyle olan ölümcül mücadelesini bir eğlence ve bahis unsuru olarak kullanmış, zamanla bu eğlence tarzı ülkede oldukça popüler bir hale gelmiştir. Dönemin Siyam kralı dövüşleri yasal bir hale getirmiş ve ödüllü turnuvalar düzenleyerek halkın eğlencesine ortak olmuştur. Bu dönemde yerli halk daha güçlü dövüşçü ırklar elde edebilmek için gözde betaları üretmeye uğraşmıştır. Bu çabalar, vahşi Betta splendens üzerinde ilk geliştirme çalışmaları olarak kabul edilebilir. Orijinal rengi ve biçimi gösterişsiz olan, soluk, sıradan renklere sahip, yüzgeçleri sadece yüzmeyi sağlayacak kadar gelişmiş olan betalar; bu çalışmalar sayesinde gelişmeye ve güzelleşmeye başlamıştır. Seçilmiş bireylerin çaprazlanmaları sonucu, üzerlerinde siyah, yeşil, sarı gibi bazı renkler bulunduran, mavi ve kırmızı tonların daha fazla görüldüğü betalar üretilmiş, yüzgeçler atalarına oranla biraz daha gelişmiştir.
1840'da, Siyam kralı ödül kazanmış betalarından birkaç tanesini, Bengal Tıp Servisi'nde çalışan İngiliz doktor Theodor Cantor'a hediye etmiştir. Cantor, bu balıklar üzerinde dokuz yıl boyunca araştırmalar yapmış, sonunda yayınladığı bilimsel bir makale ile balığı tanıtmış ve "Macropodus pugnax" olarak isimlendirmiştir.
Daha sonra, Charles Tate Regan adlı İngiliz balık bilimcisi (ihtiyolog), Macropodus pugnax adlı bir türün zaten tanımlandığını farketmiştir. Betalar üzerine detaylı incelemeler yapan Regan, akraba olmalarına karşın, betanın Macrodopus cinsine dahil olmadığı, farklı ve yeni bir cins olarak isimlendirilmesi gerektiği kararına varmıştır. Nitekim, 1909 yılında balığa "Betta splendens" adı verilmiştir.
Betta adının, Asya'da yaşamış olan, "Bettah" isimli antik bir savaşçı klandan geldiği sanılır. Böylelikle sahip olduğu isim, iyimser bir yorumla dilimize "mükemmel savaşçı" olarak çevrilebilir. ("splendid" sözcüğü İngilizce'de görkemli, muhteşem, mükemmel gibi anlamlara gelir.)
Avrupa'da ilk betalar 1896'da, Almanya'da beslenmeye başlanmış, Amerika'ya ise 1910'da götürülmüşlerdir. Yıllarca süren incelemeler, araştırmalar ve türün ıslahına yönelik çalışmalar, 1920'lerin sonlarında olumlu sonuçlar vermiştir. Böylece vahşi atalarından daha güzel ve parlak renklere sahip, uzun yüzgeçli ilk betalar ortaya çıkmıştır.
Günümüze uzanan yaklaşık 80 yıllık süreçte, betanın büyüleyici genetiği üzerinde çalışmalar devam etmiş ve özellikle Amerikalı ve Uzakdoğulu üreticilerin çabalarıyla birçok yeni ırk ortaya çıkarılmıştır. Halen bir çok üretici, kendilerine özgü ırklar yaratmak için çaba harcamaktadır.
Bugün beta, dünyanın en sevilen ve tanınan akvaryum balıklarından biri haline gelmiştir. Dünyanın hemen her yerinde, betaseverleri bir araya getiren birçok kulüp, dernek ve birlikler kurulmuştur. Uluslararası Beta Kongresi (International Betta Congress - IBC) gibi bazı kuruluşlar, dünya çapında sürdürdükleri çalışmalarla sınırları ortadan kaldırmıştır. Geleneksel hale gelen yarışmalar, gösteriler ve tanıtım organizasyonları sayesinde türe duyulan ilgi günden güne artmaktadır.
(Betta splendens'in isimlendirilmesi, Avrupa ve Amerika'ya getirilmesi ve tür hakkında elde edilen daha birçok tarihsel bilgi, Gene Wolfsheimer adlı yazarın "The Fighting Fish of Siam" (Siyam'ın Dövüşçü Balıkları) adlı eserinden alınmıştır.)
YAYILIM GÖSTERDİĞİ COĞRAFYA ve DOĞAL YAŞAM ALANLARI:
Betta splendens, "Siyam kavgacı balığı" olarak da tanınır. Bu isim, betaların en ünlü ve gözde olduğu ülkenin Tayland (eski adıyla Siyam) olmasından ve Avrupalı araştırmacılar tarafından ele alınarak incelenen ilk bireylerin Siyam kökenli olmasından kaynaklanır. Buna karşın, vahşi betalar Tayland'ın yanı sıra Kamboçya, Burma, Laos, Endonezya, Vietnam ve güney Çin'de de bulunabilir. Güney Asya'yı baştan başa kateden Mekong Nehri'nin havzası, diğer birçok Betta türüyle birlikte Betta splendens'e de ev sahipliği yapar. Bu nehir Çin topraklarından doğar ve Kamboçya'dan Kuzey Çin Denizi'ne dökülür.
Ayrıca, başta Singapur ve Malezya olmak üzere, dünyanın birçok ülkesine insanlar tarafından götürülmüş ve doğal ortamda çoğalmaları sağlanmıştır. Bu ülkelere Brezilya ve Kolombiya gibi Güney Amerika ülkeleri de dahildir. Ancak insan eliyle götürüldüğü yerlerde, doğal alanlarda bulunan beta nüfusu gözardı edilebilecek kadar azdır.
Aşağıda yer alan haritalar, Betta splendens'in bulunduğu ülkeleri ve doğal yaşam alanlarını göstermektedir.
Betalar doğada sık bitki örtüsüne sahip bataklıklarda, yavaş akan veya tamamen durgun sularda yaşarlar. Havadaki serbest oksijeni solunum için kullanabilmeleri, az oksijenli, bulanık, kirli sularda bile yaşamlarını rahatça sürdürebilmelerini sağlar. Bu yaşam koşulları pek az canlı türü için uygun olmaktadır. Sığ ve nispeten kirli sular, daha büyük balık türlerinin ve büyük boyutlu diğer sucul yırtıcıların yaşamasını zorlaştırır. Ayrıca, sık bitki örtüsü betaları kuşlar ve sürüngenlerin dikkatli gözlerinden saklar.
Vahşi betaların genel görünümü akvaryumlarımızda bulunanlar gibi renkli ve göz alıcı değildir. Genelde rastlanan renkler kirli yeşil ve kahverengi tonlarıdır. Yüzgeçlerde yer yer kırmızı ve mavi tonlar görünse de, bu renkler sadece mücadele veya kur yapma davranışları sırasında ortaya çıkar. Yüzgeçler kısadır. Sahip oldukları bu renk ve biçim, yaşadıkları çevreye uyum sağlamalarını ve kamufle olmalarını kolaylaştırır. Tüm bu özellikler sayesinde, beta türlerinin çok az doğal düşmanı vardır.
Beta erkeklerinin kavgacı yapısı, geniş alanlara yayılmalarını gerektirir. Sahiplendikleri bölgede bir başka erkeğin varlığına tahammül edemezler. Bu yüzden, geniş sulak alanlarda düşük popülasyonlar halinde bulunurlar. Birçok betta türünde, erkeklere ait bölgelerde birkaç dişi yer alabilir.
İnsanlar tarafından oluşturulmuş pirinç tarlaları da betalar için çok uygun bir yaşama ortamı sağlar. Pirinç, Güney Asya ülkelerinin çoğunda en fazla beğenilen ve tüketilen besin maddelerinden biridir. Bu yüzden ekilebilir coğrafyanın büyük bir kısmı pirinç tarlalarına ayrılmıştır. Bölgedeki akarsu ağından yararlanarak oluşturulan sulama kanalları ve drenaj sistemleri sayesinde, bu tarlalar sürekli sulaktır. Sığ su ve sık biçimde ekilmiş pirinç bitkisi, betaların doğal olarak yaşayabileceği koşulları oluşturur.
Betanın yaşadığı ülkeler kuzey yarımkürenin tropikal kuşağında yer alır. Bölgeye hakim olan sıcak ve nemli Muson iklimi sayesinde, mevsimlik sıcaklık farkları düşüktür. Yıllık sıcaklık ortalaması 25-30ºC civarındadır. Hava durumu üç ana döneme ayrılabilir...
Haziran-Ekim ayları, tropik Muson yağmurlarının yağdığı dönemdir. Bu dönemde, bölgedeki sular yükselir ve akarsu yatakları genişler. Normalde kuru olan büyük savana ve çayır alanları, taşkınlar sayesinde su ile örtülür. Bu durum da betaların yaşam alanlarının genişlemesini sağlar. Akarsularda derinleşen ve hızlı akan sular, alışık oldukları koşulları zorlaştırır. Bu yüzden betalar yeni oluşan sulak çayırlara dağılır. Betaların üremesi de genelde bu dönemde gerçekleşir. Kasım ve Şubat ayları arası bölgenin kış mevsimidir. Sıcaklık ortalamanın altına düşse de, iklim özellikleri sayesinde sadece serin denebilecek hava şartları egemendir.
Mart ve Mayıs ayları arasında sıcak ve kurak mevsim yaşanır. Durgun ve yağışsız hava, durağan koşulların oluşmasını sağlar. Bu aylarda birçok Betta türünün kendilerini çamura gömebildikleri veya çamurda açtıkları oyuklarda saklandıkları belirlenmiştir. Bu sayede yaşadıkları sular kurusa bile, ıslak çamur sayesinde derileri kurumaz ve bir sonraki yağmur mevsimine kadar hayatta kalırlar.
ANATOMİ:
Beta, görünüm olarak diğer balık türlerinden pek de farklı değildir. Gelişmiş yüzgeçlerini bir kenara bırakırsak, torpido biçimli vücudu, yüzgeç sayısı ve yerleşimi, iç organların genel yapısı ve yerleşimi gibi özellikler birçok türle benzerlik gösterir. Ancak, betanın kendine has anatomik özellikleri ve özelleşmiş vücut yapıları da vardır. Bu yapılar ve kullanımları, çoğu zaman betanın davranış özellikleriyle de yakından ilişkilidir. Bu yüzden, betayı daha iyi tanıyabilmek için genel anatomik yapı ve türe özgü bazı vücut birimlerinden söz etmek yerinde olur.
AĞIZ VE DUDAKLAR: Betanın ağız ve dudak yapısı, suyun içinde olduğu kadar yüzeyden de avlanabilmeyi sağlayacak şekilde gelişmiştir. Çünkü, su omurgasızları kadar, su yüzeyine düşen böcekler de menülerinde önemli yer tutar. Dudaklar çıkıntılı, ağız biraz yukarı bakacak şekildedir. Bu yapı aynı zamanda, balığın yüzeyden hava almasını da kolaylaştırır. Ayrıca köpük yuvanın yapımı sırasında da fayda sağlar.
Ağzın içi, özellikle de alt çene keskin dişlerle donanmıştır. Bu dişlerle avlarını parçalayabileceği gibi, rakiplerinin yüzgeç ve gövdelerine de ciddi zararlar verebilir. Alt ve üst çenelerdeki dişler birbirine kenetlenecek şekilde yerleşmiştir. Bu yüzden balık hedefini bir kez yakaladığında koparmadan veya yırtmadan bırakmaz. Güçlü çene yapıları sayesinde salyangoz kabuklarını kırabilir ya da sert kabuklu eklembacaklıları parçalayabilirler. Yapılan araştırmalara göre, betanın dişlerinin vücut büyüklüğüne oranı, büyük beyaz köpekbalığındaki orandan fazladır.
Ağzın içinde, bu keskin dişlerin arkasında, küçük, güvenli bir kısım yer alır. Bu alan, erkek betaların yumurta ve yavrularını hiçbir zarar vermeden taşımalarını ve köpük yuvaya bırakmalarını sağlar. Birkaç milimetre yakındaki keskin dişlere rağmen tüm yavrular incinmeden yuvaya taşınır.
GÖZLER: Beta, başının iki yanında simetrik biçimde yerleşmiş, şişkin gözlere sahiptir. Bu hafif şişkin ve çıkıntılı gözler, balık türlerinde genelde rastlanmayacak kadar geniş bir hareket imkanına sahiptir. Hedefle aynı doğrultuda hareket edebilirler. Geniş görüş açısı ve keskin görme yetisi, balığa avlanma ya da kavga anında avantaj sağlar. İris genelde siyahtır. Buna karşın gözün kalan kısmı birçok renk alabilir. Son yıllarda gözlerin tamamı vücutla aynı renkte olan betalar üretilmiştir.
SAKAL*: Betalara özgü bir diğer karakteristik vücut yapısı da "sakal"dır. Çok gelişmiş bir çeşit zar tabaka olarak tanımlanabilir. Erkek betalarda oldukça belirgin olmasına karşın dişilerde daha az gelişmiştir ve genelde gizli kalır. Normalde bu yapı solungaç kapaklarının altında kalır ve görülmez. Balık rakibine gözdağı verirken ya da çiftleşmek istediği dişiye kur yaparken, solungaç kapaklarının açılmasıyla dışarı yayılır. Bu esnada balık rengini koyulaştırır ve olabildiğince canlı bir hale getirir. Kuyruk ve yüzgeçlerini iyice açar ve gergin bir görünüm kazanmalarını sağlar. Bu, erkek betaların en güzel görünümünü aldığı durumdur. (Bu gözdağı ya da kur yapma davranışı, İngilizce'de "flaring" olarak, tek bir fiille anlatılabilir. Ancak Türkçe'ye geçmiş net bir karşılığı yoktur. "flaring" sözcüğü Türkçe'ye yayılmak, alevlenmek, parlamak gibi anlamlarda çevrilebilir.) Aslında, solungaç kapaklarının dışa doğru açılabilmesi bile, balıklar arasında ilginç bir yetenek olarak kabul edilebilir.
Sakal balığın rengine bağlı olarak farklı renklerde olabilir. Koyu renkli bireylerde genelde siyahımsı kırmızı olmasına karşın, açık renk bireylerde balığın renginde olabilir. Hatta mermer (marble) denilen, iki ya da daha çok rengi karmaşık şekilde bünyesinde barındıran bireylerde, sakal da alacalı bir görünüme sahiptir. Temel amacının,balığın karşıdan bakıldığında daha iri, güçlü ve caydırıcı görünmesi olduğu sanılmaktadır.Bu sayede balık, hem mücadele esnasında rakibi korkutmayı, hem de kur yapma esnasında dişilere büyük ve güçlü görünmeyi başaracaktır. Yandaki resimde, açık solungaç kapaklarının arkasında, kırmızı bir perde şeklinde yayılmış olan sakal açıkça görülebilmektedir. |
KUYRUK ve YÜZGEÇLER: Görünüm olarak betaları diğer balık türlerinden ayıran en önemli özellik, uzun ve geniş yüzgeçleridir. Bu yapılar, balığın sahip olduğu canlı renklerle birlikte, betayı akvaryum balıklarının en güzellerinden biri haline getirir. Özellikle erkek balıkların sahip oldukları yüzgeçler, balığa benzersiz bir görünüm kazandırır.
Dişi betalarda kuyruk ve yüzgeçlerin uzaması, yumurtadan çıkışı izleyen 12-13 hafta boyunca sürer ve daha sonra bu uzama durur. Birçok beta çeşidinin erkek bireylerinde ise, uzama yaşam süresi boyunca devam eder.
Beta, bir kuyruk yüzgeci, bir sırt yüzgeci, bir anal yüzgeç, bir çift karın yüzgeci ve bir çift de göğüs yüzgecine sahiptir. Bu yüzgeçleri sırasıyla incelemeden önce, sıkça kullanılacak iki terimin açıklamasını yapmak yerinde olacaktır.
KİRİŞ : Balıklarda, kuyruk ve yüzgeçlerin iskeleti olarak tanımlanabilecek, kemiksi, sert yapılardır. Kirişlerin arasını perdemsi, zar tabaka kaplar. IŞIN : Kirişlerin parçalanıp dallanmasıyla ortaya çıkan, daha ince yapılardır. Bu parçalanma daha çok kuyruk yüzgecinde görülür. Tüm beta varyetelerinde, kuyruğun vücuda birleştiği alanın genişliği hemen hemen aynıdır. Ancak, kirişlerde meydana gelen parçalanma sayesinde, özellikle bazı çeşitlerde çok daha geniş ve gösterişli kuyruklu bireyler ortaya çıkar. Yanda, solda yer alan fotoğrafta, erkek bir kısa kuyruk betanın kuyruk kirişleri ve bu kirişlerin parçalanmasıyla |
Sırt yüzgeci balığın üst kısmında yer alır. Tek parçadan meydana gelmiştir ve kuyruğa yakın bir noktadadır. Vahşi formlarda sırt yüzgecinde 9 adet kiriş bulunur. Ancak, betaların akvaryumlardaki evrimi sayesinde daha geniş sırt yüzgecine sahip betalar üretilmiştir. Öyle ki, bazı çift kuyruk betalarda kiriş sayısı 24'ü bulur.
Fotoğraflarda, bir çift kuyruk beta ve bir kısa kuyruk betanın sırt yüzgeçleri arasındaki farklılık rahatlıkla görülebilir.
Kuyruk yüzgeci, betaların en dikkat çekici yüzgecidir. Çok farklı şekillerde olabilir. Kuyruk yüzgecindeki bu farklılaşma, betaların varyetelere ayrılmasında da önemli rol oynar. Kuyruk 12 kirişten oluşur. Ancak birçok beta varyetesinde, bu kirişler ışınlara ayrılır ve kuyruğun genişlemesini sağlar. Bu ayrımlara diğer yüzgeçlerde daha nadiren rastlanır. Özellikle son yıllarda, daha geniş kuyruk yüzgecine sahip betaların üretimine yönelik çalışmalar hız kazanmıştır. Yarım ay üstü (over halfmoon) betalar olarak tanımlanan varyeteler bu çalışmaların sonucudur. Bu balıklarda, kuyrukta yer alan her bir kiriş çok sayıda ışına ayrılabilir. Bu sayede kuyruk genişliği 300 dereceye yaklaşan bireyler elde edilir. Ayrıca, özellikle taç kuyruk varyetelerinde bu dallanma rahatlıkla görülebilir.
Fotoğraflarda soldan sağa doğru, gül kuyruk, yaprak kuyruk, çapraz kuyruk ve çift çift ışın taç kuyruk varyetelerinden bireyler görülmektedir. Bu betalar, kuyruğun ne kadar farklılaşabileceğinin bir kanıtı gibidir.
Anal yüzgeç, normalde betanın en geniş yüzgecidir. 25 kirişten oluşur. Balığın alt kısmında, anüsün biraz arkasından başlayarak kuyruk ayrımına kadar uzanır. Her geçen gün daha geniş kuyruk ve sırt yüzgecine sahip betalar üretilmekte, ancak anal yüzgeç genel olarak görüntüsünü korumaktadır.
Karın yüzgeçleri, anüsün biraz önünde yer alır. Pelvik yüzgeçler olarak da adlandırılırlar. Renkli ve uzun olurlar ve herbirinde 5 kiriş bulunur.
Göğüs yüzgeçleri, balığın iki yanında, solungaç kapaklarının hemen arkasında yer alır. Pektoral yüzgeçler olarak da isimlendirilirler. Geniş, yuvarlak bir şekilleri vardır. Balığın kendine has ağır yüzüşünü bu yüzgeçler sağlar. Ancak ani hareketlerde kuyruk ve diğer yüzgeçlerin hareketleri devreye girer. Genelde saydam ya da yarı saydam olurlar. Buna karşın, son yıllarda üretilen bazı varyetelerde, balığın üzerindeki renk ve desenlerle uyumlu göğüs yüzgeçlerine sahip bireyler ortaya çıkarılmıştır. Fotoğrafta görülen yarım ay üstü betanın göğüs yüzgeçleri buna örnek olarak gösterilebilir.. Göğüs yüzgeçlerinin herbirinde 12 adet kiriş bulunur. |
YUMURTA NOKTASI (OVİPOSİTOR): Dişi betalarda rastlanan, ilginç bir yapıdır. Aslında, yumurta ile çoğalan hemen hemen her türün dişilerinde (birçoğunun erkeklerinde de) rastlanan yumurta veya üreme tüpçüğünden başka bir şey değildir. Ancak bu tüpçük, dişi betalarda kendine özgü bir görünüm almıştır. Toplu iğne başı büyüklüğünde, beyaz bir nokta olarak balığın anal yüzgecinin hemen önünde, vent bölümünde görülebilir. Dönemsel olarak yumurtlayan ve sadece bu dönemlerde tüpçük çıkaran birçok balık türünün aksine, dişi betalarda yumurtlamaya hazır olduğu sürece, uzun süre boyunca görülebilir. Balık yumurtalarını bıraktıktan sonra kaybolur ve yeniden yumurtlamaya hazır olduğunda tekrar ortaya çıkar. Yandaki resimde, mavi renkli, güzel bir dişi betanın yumurta noktası net biçimde görülmektedir. |
LABİRENT: Daha önce de bahsettiğimiz gibi, betaların en ilginç özelliklerinden biri, havadaki serbest oksijeni kullanabilme yetisidir. Derisi kurumadığı sürece yaşamaya devam edebilir. Bunu, labirent adı verilen özel bir organ sayesinde başarır.
Labirent, sadece Betta türlerine özgü bir organ değildir. Anabantoidei alt takımına mensup hemen hemen bütün balıklarda, yani gurami (Trichogaster, Colisa, Sphaerichthys, Helostoma, Osphronemus) , cennet balığı (Macropodus, Belontia) ve tırmanıcı levrek (Anabas, Ctenopoma, Microctenopoma, Sandelia) türlerinin hepsinde bulunur. Ancak, betalarda ve cennet balıklarında en gelişmiş ve özelleşmiş yapıya rastlanır. Tüm bu balıkların ortak özelliklerinden biri, doğada, durgun veya zayıf bir akıntıya sahip, oksijen düzeyi az, sığ ve pek de berrak olmayan sularda yaşamalarıdır. Labirentin, gereken oksijen miktarını sağlayabilmek için oluştuğu ve evrimleştiği düşünülmektedir. |
YÜZME KESESİ: Birçok balık türünde bulunur. Hava kesesi olarak da adlandırılır. Havayla dolu, ince, uzun bir balonu andırır. Balığın suyun içinde dengede kalmasını, yatay pozisyonda yüzebilmesini sağlar. Genleşerek veya sıkışarak, su içinde aşağı yukarı harekete de yardımcı olur. Bu işlemi, çevresindeki kan dolaşımından yararlanarak yapar. Kanda çözünmüş durumda bulunan gazlardan bir miktar absorbe edebilecek ya da yeniden kana karıştırabilecek şekilde özelleşmiştir. Bu organ sayesinde, balık yüzerken suyun kaldırma kuvvetinden de yararlanır ve böylece daha az enerji harcar.
Betalarda gövdeye oranla büyüktür. Omurga boyunca gerilmiş bir halde bulunur. Larvalarda gözle rahatça görülebilir. Balık büyüdükçe bu kese de balıkla birlikte büyür ve uzar. Ancak, eğer yüzme kesesi vücutla orantılı olarak büyümezse, betalarda sık rastlanan "yüzme kesesi düzensizliği" (swim bladder disorder-SBD) adlı bir rahatsızlık meydana gelir.
DİĞER İÇ ORGANLAR: Betanın iç organları ve bunların dizilişi, genel balık anatomisine uygun biçimdedir. İlginç denebilecek tek nokta, böbrek ve hava kesesi hariç tüm iç organların, vücudun ilk yarısında yerleşmiş olmasıdır. Balığın başından başlayarak anal yüzgecin hemen önüne kadar uzanan kısım bu organlara ev sahipliği yapar.
Labirentin biraz arkasında ve yukarısında, solungaç yayları arasında beyin yer alır. Betanın beyni, vücuduna oranla oldukça büyük ve kapsamlıdır.
Böbrekler, kandan sıvı atık malzemeleri süzer ve bu artıklar daha sonra vücuttan dışarı atılır. Böbrek, balığın vücudunun içinde su ve tuz konsantrasyonunu düzenlemekte ve dengelemekte önemli rol oynar.
Mide ve bağırsaklar, yiyeceğin parçalanmasını ve besinlerin kullanıma uygun biçimde sindirilmesini sağlar. Diğer birçok etçil tür gibi betanın da bağırsağı oldukça kısadır. Bu sayede, yiyeceklerin kimyasal olarak parçalanması ve sindirilmesi kolaylaşır. Kısa bağırsak mesaneyle bağlantılıdır ve atıkların vücuttan atılmasını sağlayan anüsle son bulur.
Karaciğerin birkaç görevi vardır. Vücuda alınan yağların parçalanmasını sağlayan enzimler bu organ tarafından salgılanır. Bu sayede sindirime yardımcı olur. Ayrıca, yağlar ve karbonhidratlar için bir depolama alanı olarak kullanılır. Karaciğer aynı zamanda, yaşlı kan hücrelerinin parçalanmasında ve atılmasında da görevlidir. Bu sayede balığın kanı kimyasal dengesini korur ve fazla azotun vücuttan uzaklaştırılması kolaylaşır.
Ayrıca, erkeklerde sperm üreten testisler, dişilerde ise yumurta üreten yumurtalıklar yer alır. Bu organlar, anüsün biraz arkasında ve yukarısında bulunur.
VARYETELER:
Betta splendens, tatlı su canlıları arasında en fazla çeşitlenme gösterenlerden biridir. Yüzlerce farklı renkte, değişik vücut, yüzgeç ve kuyruk formlarına sahip, birbirlerinden çok farklı ırklar ve bireyler üretilmiştir. Bu renk ve form zenginliği, belli ortak özelliklere sahip bireylerin özel olarak isimlendirilmesini zorunlu bir hale getirmiş, sonuçta beta varyeteleri oluşmuştur.
Renk varyeteleri o kadar fazladır ki, tek tek bahsetmek neredeyse imkansızdır. Başlangıçta temel birkaç renk ve bu renklerden oluşan kombinasyonlar mevcutken, betalara duyulan ilgi arttıkça, aklımıza gelen hemen her renkte betalar üretilmiştir. İki, üç ya da daha fazla rengi bünyesinde barındıran betaların
ortaya çıkmasıyla, bu renk yelpazesi daha da genişlemiştir. Genel olarak kabul edilmiş bazı renk ve desen sınıflandırmaları halen mevcuttur. Ancak beta üretiminde bugün gelinen nokta, bu muayyen sınıflandırmaların dışında kalan bireylerin üretilmesini kaçınılmaz kılmıştır. Her üreticinin kendi ortaya çıkardığı balıklara farklı isimler vermesiyle, renklere dayalı sınıflandırma içinden çıkılmaz bir hal almıştır (Siyah renkli, lacivert hareli betalara verilen "siyah orkide (black orchid)" ismi gibi..). Farklı renkte betalar üretmeye yönelik çalışmalar hala sürmekte, her geçen gün inanılmaz renklerde betalar ortaya çıkmaktadır. Son dönemde üretilmeye başlanan parlak, metalik altın ve gümüş rengi betalar bunun belirgin bir örneğidir. Yandaki fotoğrafta, güzel bir altın beta görülmektedir. |
Ayrıca, gelişen teknolojinin de yardımıyla beta evrimi bilimsel bir hal almış, daha makbul, daha güçlü ve daha güzel ırkların üretiminde genetik faktörler ve kontrollü çaprazlamalar da kullanılmaya başlanmıştır. Bu sayede ortaya çok ilginç beta varyeteleri çıkmaktadır.
Yine son yıllarda ortaya çıkarılmış olan dev (giant) plakat beta bunlardan biridir. Normal bir betada vücut uzunluğu 4-5 cm, ağırlığı ise 2-3 gram olarak ölçülürken, ortaya çıkarılan bu dev betalarda uzunluk 6,5 cm, ağırlık ise yaklaşık 9 gram olarak ölçülmüştür. Yanda, bir dev betanın, normal ölçülerdeki bir Tayland kısa kuyruk betayla yanyana çekilmiş fotoğrafları verilmiştir. |
Tüm bu renk ve vücut yapısı çeşitliliğinden ayrı ayrı bahsedebilmenin zorluğunu göz önüne alırsak, beta çeşitlerini daha belirgin ve ilgi çekici bir özelliklerine dayanarak incelemekte fayda var. Bu özellik de şüphesiz, yüzgeçlerde ve özellikle de kuyrukta meydana gelen farklılaşmalardır.
Betaların akvaryum hobisinde geçirdikleri evrim sürecinde, çok değişik kuyruk tiplerine sahip ırklar ortaya çıkarılmıştır. Zamanla bu farklılaşma, sınıflandırma için kullanılan en uygun ve en belirgin özellik olarak kabul edilmiştir.
Kuyruklarına göre isimlendirilmiş beta çeşitlerinden bazıları, daha güzel ırkların üretilmesi ile gözden düşmüş ve kaybolmaya yüz tutmuştur.Bu yüzden günümüzde bulunabilmeleri oldukça zordur. Bazı varyeteler ise, tam tersine, son yıllarda ortaya çıkarılmışlar ve henüz yeterince yaygınlaşmamışlardır. Özellikle, üretilmeleri çok zor olan bazı ırklar, sadece yarışmalar ve şov amaçlı organizasyonlarda görülebilmektedir.
Kuyruk ve yüzgeç yapılarına göre sınıflandırılmış beta varyetelerine kısaca değinelim...
KISA KUYRUK (SHORT TAİL): Bu varyetede yüzgeçler kısa, vücut hafif tıknaz ve kaba, fakat güçlü görünümlüdür. Vücut formu olarak vahşi betalara en fazla benzeyen varyetedir. Plakat betalar olarak da adlandırılırlar. Aslında Tayland dilinde plakat (pla kat), ısıran balık anlamına gelir ve betalara genel olarak verilen isimdir. Ancak akvaryum literatüründe, bu varyetenin ismi olarak kullanılır. Plakat betalar, diğer betalara göre daha agresif ve hareketlidir. Yurdumuzda nadiren rastlanmalarına karşın, özellikle Uzakdoğu ve Avrupa'da meraklıları oldukça fazladır. Vücut şekillerinin ilkelliğine rağmen çok farklı renklerde, güzel görünümlü olanları vardır.
TEK KUYRUK (SINGLE TAİL): Vahşi formlardan ya da kısa kuyruklardan sonra ilk ortaya çıkarılan çeşittir. Kuyruk ve yüzgeçlerin ilkel atalarına göre biraz daha uzaması ve şekillenmesi sağlanmış ve ortaya çıkan bu bireyler farklı bir çeşit olarak kabul edilmiştir. Aslında, tül kuyruk, delta kuyruk gibi varyeteler de tek kuyruk betalar olarak kabul edilebilir. Zamanla daha güzel ırkların üretilmesi, tek kuyruk betaların yavaş yavaş kaybolmasına sebep olmuştur.
TÜL KUYRUK (VEİL TAİL): Yurdumuzda ve dünyada en sık rastlanan beta varyetesidir. Hatta, bir çok hobici betaların sadece bu varyetesini bilir. Betanın, akvaryum balıkları içinde en bilinen türlerden biri olması, bu çeşidin yaygınlığı sayesinde olmuştur. Kuyruk ve yüzgeçleri uzun, tül gibi aşağı sarkık ve genelde sona doğru incelen bir görünümdedir. Tül kuyruk özelliği, betalarda baskın bir genetik özelliktir. Bu yüzden ırkın farklılaşması oldukça zordur.
ÇAN KUYRUK (BELL TAİL): Tül kuyruk betalardır. Kuyruk bitime doğru incelmez, sanki makasla kesilmiş gibi düz bir şekilde sonlanır. Bu da kuyruğa çan benzeri bir görünüm verir. Beğenilen bir varyete değildir, bu yüzden fazla yaygınlaşmamıştır.
MAÇA KUYRUK (SPADE TAİL): Nadir bulunan, buna karşın çok da makbul olmayan bir varyetedir. Kuyruk yapısı tül kuyruk betalara benzer. Ancak kuyruk, ucuna doğru daralır ve sivrileşir. Aslında güzel bir görünüme sahip olmalarına karşın, diğer varyetelerin gölgesinde kaldığı için pek tutulmamıştır.
DELTA KUYRUK (DELTA TAİL): Görünüm olarak tül kuyruk betalara benzerler. Ancak kuyruk sonuna doğru incelmez, biraz daha geniş ve delta biçimlidir. Tüm kirişlerin uzunluğu hemen hemen aynıdır. Kuyruk tam olarak açıldığında alt ve üst kısımları hafif köşeli, yuvarlak biçimde sonlanan bir görünüm kazanır.
Birçok kaynakta, bu varyetenin kendi içinde de çeşitlendiği kabul edilir. Bu çeşitlemede balığın kuyruk genişliği rol oynar. Kuyruk tam olarak açıkken iki kenarı arasında kalan açı, balığın sınıflandırılmasını sağlar. Buna göre, açı 50-70 derece arasında ise delta kuyruk, 70-120 derece arasında ise süper delta kuyruk, 120-160 derece arasında ise ultra delta kuyruk olarak isimlendirilebilir.
YARIM AY (HALFMOON): Aslında delta kuyruk betaların bir çeşididir. 160 dereceden 180 dereceyi bile aşabilen bir kuyruk açıklığına sahip, muhteşem görünümlü balıklardır. Bu özellikleriyle yarım ay betalar, kendilerine özgü bir isimle anılmayı haketmişlerdir. Balığın kalitesinde kuyruk genişliği kadar kuyruk kirişlerinin eşit uzunlukta olması da çok önemlidir. Kuyruk hemen hemen bir yarım daire şeklinde olmalıdır. Ayrıca anal yüzgeç ve sırt yüzgeç uzunluğu da kuyrukla orantılı olmalı, balık tüm yüzgeçlerini açtığında kuyruk ve yüzgeçler birbiri ile aynı hizada sonlanmalıdır. Bu özelliklere sahip, kaliteli yarım ay betalar nadir bulunur. Bu yüzden yüksek fiyatlarla alıcı bulabilirler. Ancak, güzel görünümlerine rağmen, kuyruk ve yüzgeçlerin ağırlığı, özellikle yaşlı bireylerde yüzme güçlüğü ve deformasyonlara sebep olabilmektedir.
GÜL KUYRUK (ROSE TAİL): Yarım ay betalara benzerler. Anal yüzgeç ve sırt yüzgeci de gelişmiştir. Buna karşın, karın yüzgeçleri diğer türlere oranla daha kısadır. Kuyruk ve yüzgeç kirişleri çatallaşır. Bu ayrımlar, özellikle kuyruğun aşırı genişlemesine ve tam olarak açıkken bile kat kat bir görünüme sahip olmasına yol açar. Kuyruk açısı genelde 180 dereceden fazladır.
YAPRAK KUYRUK (FEATHER TAİL): Yarım ay betalardan türetilen bir varyetedir. Gül kuyruk betalara benzerler. Fakat kuyruğun uç kısımları dairesel değil, hafifçe girintili çıkıntılıdır. Bu görüntü, gerçekten de bir çiçek yaprağını çağrıştırır.
Gül kuyruk ve yaprak kuyruk betalar, inanılmaz kuyruk genişlikleri yüzünden, yarım ay üstü (over-halfmoon) betalar olarak da adlandırılırlar. Kuyruktaki her bir kiriş çok sayıda ışına ayrılır. Son yıllarda, 16 ışın betalar dahi üretilmiştir. Buna karşın, genelde sağlıklı biçimde yüzmekte ve diğer yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirmekte zorlanırlar. Aşırı gelişmiş kuyruk ve yüzgeçler güzel bir görüntü sağlasa da, aslında balığa yük olmaktadır. Birçok üretici, kuyruk genişliği 360 dereceye yakın betaların hayalini kurar ve hep daha geniş kuyruklu betaları üretmek için çalışırlar. Ancak sonuç genelde, yüzemeyen, çiftleşemeyen ve kısa ömürlü balıklardır.
YUVARLAK KUYRUK (ROUND TAİL): Yarım ay betalarda olduğu gibi geniş, fakat daha kısa ve gösterişsiz bir kuyruğa sahiptirler. Buna karşın kuyruk, alt ve üst kirişlerin orantılı biçimde kısa olması sayesinde, neredeyse yuvarlak bir biçim almıştır. Yüzgeçler de fazla uzamaz. Beğenilen bir ırk değildir.
YELPAZE KUYRUK (FAN TAİL): Kuyruk, delta kuyruklarda olduğu gibi genişler, fakat yuvarlak bir şekle sahiptir. Delta kuyruklarda olduğu gibi keskin köşeler bulunmaz. Orta kısımdaki kuyruk kirişlerinin alt ve üst kısımlardakilerden daha uzun olması buna sebep olur.
(Bazı kaynaklarda, kuyruk bitimi düzensiz zikzaklarla sonlanan, kuyruk kirişlerinin çoğu birbirinden farklı uzunluğa sahip bireyler de yelpaze kuyruk olarak adlandırılır. Bu balıklar genellikle delta veya tül kuyruk betalardır. Görünüm olarak her biri birbirinden farklıdır ve belirgin bir kuyruk yapısı yoktur. Bu yüzden bu balıkların yelpaze kuyruk olarak tanımlanması ya da ayrı bir varyete olarak incelenmesi yanlış olur.)
ÇİFT KUYRUK (DOUBLE TAİL): Adından da anlaşılabileceği gibi, kuyruk iki parçadan oluşur. Çift loblu betalar olarak da adlandırılırlar. 1960'lı yıllarda, Hindistanlı bir üretici tarafından ortaya çıkarılmışlardır. Kuyruğun tam ortadan ayrılması ve ayrımın kuyruğun vücuda birleştiği noktaya kadar uzanması, balığın kalitesinin belirlenmesinde önemli özelliklerdir. Çift kuyruk betalarda sırt yüzgeci diğer varyetelerde olduğundan daha fazla gelişmiştir. Hemen hemen anal yüzgeç kadar bir genişliğe sahip olabilir. Nadir rastlanan bir varyetedir. Özellikle üretimleri oldukça sıkıntılıdır. Çünkü, çift kuyruk betaların birbirleri ile çiftleşmeleri durumunda, yavruların büyük bir yüzdesi sakat olur. Gelişimini tamamlayamayan, vücut, kuyruk veya yüzgeç deformasyonuna sahip yavrular elde etme riski çok fazladır. Bu yüzden, dişi balığın delta kuyruk varyasyonlarından seçilmesinde yarar vardır.
KALP KUYRUK (HEART TAİL): Aslında çift kuyruk betalardır. Ancak ayrım kuyruk ucuna yakın bir noktadan başlar. Dairesel sonlanan iki parçaya ayrılan kuyruk, bu ayrım sayesinde bir kalp şekli kazanır. Bu varyete nadir bulunur. Çünkü herhangi bir çaprazlama, seleksiyon ya da farklı üretim tekniği yoluyla üretilmeleri mümkün değildir. Çift kuyruk beta üretimi sırasında, kazara ortaya çıkan bireylerdir. Yani, aslında sahip oldukları güzel kuyruk şekli bir deformasyon sonucudur. Bireyler bu özelliklerini yavrulara aktaramazlar.
BİTİŞİK KUYRUK (FUSE TAİL): Bu varyetenin bireyleri de, kalp kuyruklar gibi kazara ortaya çıkar. Çift kuyruk üretimi sırasında, arada sırada ortaya çıkan bireylerdir. Normalde, birbirinden ayrı iki geniş lobdan oluşması amaçlanan kuyruk, bitişik, tek ve çok geniş kuyruk biçimindedir. Bu kuyruk yapısı, çift kuyrukların olağandan daha geniş sırt yüzgeçleriyle birlikte, balığa sıradışı bir görünüm kazandırır. Çift kuyruk beta üreticilerinin, ideal biçimde ayrılmış, çift loblu kuyruk yapısına ulaşmak adına ırkı geliştirmek için çaba harcaması, bitişik kuyrukların git gide daha nadir ve pahalı bireyler olmalarına sebep olmaktadır.
BİTİŞİK YÜZGEÇ (FUSE FİN): Aslında bitişik yüzgeç betaları bir varyete olarak değil, sadece çok ender ortaya çıkan bireyler olarak incelemek daha doğrudur. Kuyruk, anal yüzgeç ve sırt yüzgeci birleşir ve tek bir yüzgeç görünümü kazanır. Bir başka deyişle balık, karın yüzgeçlerinin arkasından başlayıp neredeyse başının üst kısmına kadar uzanan, tek bir uzun yüzgece sahiptir. Bitişik kuyruk betaların üretilmesi çabaları sırasında tesadüfen ortaya çıkmışlardır. Beta üretiminde ve geliştirilmesinde bir evrim olarak kabul edilirler. Buna karşın çoğaltılmaları konusunda yapılan çalışmalardan bugüne kadar pozitif bir sonuç alınamamıştır.
ÜÇ KUYRUK (TRİPLE TAİL): Çift kuyruk varyetesine benzer. Ancak adından da anlaşılabileceği gibi, kuyruk orantılı biçimde ayrılmış üç lobdan oluşur. Oldukça yeni ortaya çıkarılmış bir varyete olduğu için düzenli bir biçimde üretimi yapılmamaktadır. Ayrıca üretilen bireylerin düzgün ve orantılı kuyruk ayrımlarına sahip olmaları da nadir rastlanan bir durumdur. Karakteristik özelliklerini güçlü biçimde taşıyan ırkların ortaya çıkarılması ile, yaygınlaşması olası bir varyetedir.
TAÇ KUYRUK (CROWN TAİL): Görünüm olarak en farklı ve güzel varyetelerden biridir. Ayrıca en son ortaya çıkarılmış ve yaygınlaşmış olan betta çeşididir. İlk kez Endonezyalı bir üretici tarafından üretilmişlerdir. Kuyruk ve yüzgeç kirişleri, aralarındaki zar tabakadan daha uzun bir hale gelerek, saçaklı bir görünüm kazanır. Özellikle tüm yüzgeçlerin gergin biçimde açık olduğu anlarda, balık benzersiz bir şekle sahip olur. Uzun kuyruklu betalar içinde en agresif olanlardır.
Bu varyete de kendi içinde farklılaşmış ve gruplandırılmıştır. Bu ayrım, kuyruk kirişlerinin son kısımlarının parçalanmasıyla alakalıdır. Kiriş parçalanma yapmadan sonlanıyorsa tek ışın (single ray), ikiye ayrılıyorsa çift ışın (double ray), üçe ayrılıyorsa üç ışın (triple ray) taç kuyruk betalar olarak isimlendirilir. Aşağıda, sol taraftaki iki resimde yer alan balıklar, çift ışın taç kuyruk betalardır. Taç kuyrukların son çeşidi ise, aralarında bulunması en zor olan çeşittir. Bu balıklarda kuyruk kirişleri önce ikiye ayrılır. Daha sonra ise bu iki kısım kendi içlerinde de ikiye ayrılarak kuyruğu kusursuz bir hale getirir. Bu varyete çift çift ışın (double double ray) taç kuyruk beta olarak adlandırılır. Tabi ki, kirişlerin ve uç ayrımlarının eşit uzunlukta olması da çok önemlidir. Aşağıdaki resimlerde, sağ taraftaki iki balık bu varyetedendir.
ÇAPRAZ KUYRUK (CROSS TAİL): X-ray beta veya kral (king) beta olarak da adlandırılırlar. Çift ışın taç kuyruk betalardır. Bir kirişten ayrılan ışınlar, aralarında belli bir açı oluşturarak "V" şeklinde uzar. Kuyruk, birbirini çaprazlama kesen saçaklarla son bulur. Bu da balığa sıradışı bir görünüm kazandırır. Bazı bireylerde ayrılan ışınların arası perde şeklinde bağlı kalır.
Kral betalar, yeni ortaya çıkarılmış bir varyetedir. Ancak,uluslararası pek çok yarışma ve şov organizasyonunda gördükleri ilgi ve kazandıkları ödüllerle, 'kral' ismini hakettiklerini kanıtlamışlardır.
TARAK KUYRUK (COMB TAİL): Kuyruk kirişleri, taç kuyruklarda olduğu gibi uzundur. Ancak bu uzunluk hiçbir zaman taç kuyruklardaki kadar olmaz. Kuyruk ve yüzgeçler olağandan kısadır. Uzun kirişler ayrım yapmadan sonlanır. Kuyruk ve yüzgeçlerin kenarları, testere gibi tırtıklı bir görünüme sahiptir.
YARIM GÜNEŞ (HALFSUN): Yarım ay betalarda olduğu gibi çok geniş kuyruklara sahip taç kuyruk betalar olarak tanımlanabilirler. Kuyruk yaklaşık 180 derecelik bir genişliğe sahiptir. Bununla birlikte, taç kuyruklardaki gibi saçaklı bir yapı görülür. Genelde kirişlerde parçalanma görülmez, yani tek ışın betalardır. Her iki özelliğin de çekinik olması sebebiyle üretilmeleri biraz zordur. Bu yüzden nadir bulunurlar.
LİR KUYRUK (LYRE TAİL): Adlarından da anlaşılabileceği gibi, bu varyetenin bireyleri lir şeklinde bir kuyruğa sahiptir. Kuyruğun sadece alt ve üst kısmındaki kirişler uzamıştır. Tayland'lı bir üretici tarafından ortaya çıkarılmış olan, yeni bir varyetedir. Şu anda sadece Uzakdoğulu birkaç üretici tarafından üretiliyor ve pazarlanıyor olmaları sebebiyle, oldukça nadir bulunurlar.
Tüm bu varyetelere ek olarak, aralarında yapılan çaprazlamalarla ortaya çıkarılmış ve ayrıca isimlendirilmemiş betalar da vardır. Bu balıklar yüzgeç ve kuyruk özellikleri bakımından farklı varyetelerin özelliklerine sahip olabilir. Aşağıda yer alan fotoğraflardaki betalar bunlara örnek olarak gösterilebilir. Fotoğraflarda, taç kuyruk plakat, yarım ay üstü plakat, taç çift kuyruk ve yarım ay çift kuyruk betalar görülmektedir.
AKVARYUM ve MALZEME SEÇİMİ: Yetişkin bir betanın rahat ve sağlıklı biçimde yaşaması için önerilen asgari su hacmi 4 litredir. Bu değer bir alt sınır olarak verilmiştir ve daha büyük bir tank tercihi daha uygun olacaktır. Betanızın yaşayacağı ortamı hazırlarken öncelikle bu özelliğe dikkat etmeniz gerekmektedir. Geniş ve rahat bir yaşam alanı bulan betaların, ortalamanın üzerinde bir süre yaşadıkları ve üretim konusunda daha verimli oldukları tespit edilmiştir.
Beta akvaryumu seçiminde bir diğer önemli nokta da akvaryumun şeklidir. Ülkemizde ve dünyada sıkça rastlanan yanlış bir uygulama, balığın oval, yuvarlak veya silindirik biçime sahip fanus veya akvaryumlarda beslenmeye çalışılmasıdır. Aslında bu tarz akvaryumlar hiçbir balık türü için uygun değildir. Düz olmayan camlarda ışığın kırılımı da düz olmadığından, dışarıdan gelen ışık suya farklı açılarda girer. Bu da doğal olmayan bazı odak noktaları ya da karanlık kısımlar yaratır. Doğal olmayan ışık özellikleri, balığı sürekli rahatsız eder ve strese girmesine sebep olur. Zaten, eğri büğrü camların arkasından balığın gerçek görüntüsünü izleyebilmek de mümkün değildir. Bu yüzden en uygun seçim, küp veya dikdörtgen prizma şeklinde bir akvaryumdur. Eğer tüm olumsuzluklara rağmen, farklı biçimde bir fanus veya akvaryum kullanılacaksa, direk günışığı almayan, sakin bir yere konulması, balığın rahatsız olduğunda saklanabileceği alanlar yaratılması ve ışıklandırmanın üst kısımdan yapılması, nispeten fayda sağlar.
Akvaryum boyutları, kişisel tercihe bağlıdır. Ancak bu konuda da dikkate alınması gereken bazı noktalar vardır. Öncelikle, akvaryum yüksekliği bu balıkları pek etkilemese de, doğada sığ sularda yaşadıkları unutulmamalıdır. Genelde su yüzeyinde veya orta seviyelerde yüzmeyi tercih ederler. Kendilerine, yüzeye yakın, sakin ve gözlerden uzak bir bölge seçerek dinlenmeyi severler. Ayrıca, beslenme ve üreme gibi doğal davranışlarını sığ sularda daha rahat gerçekleştirirler. Bu yüzden sadece beta beslemek için seçilecek akvaryumun çok yüksek olmaması tavsiye edilir. 25-40 cm yükseklik idealdir. Eğer akvaryumda üretim hedefleniyorsa azami 30 cm uygun olacaktır.
Diğer boyutlar pek önemli olmamakla birlikte; gerek dekorasyon kolaylığı, gerekse balığa gereken yüzme alanlarının sağlanması açısından, uzunluk ve genişliği birbirine yakın akvaryumlar daha uygundur.
Betalar, sudan dışarı sıçramaya meyilli hayvanlardır. Ve bunu kendilerinden beklenmeyecek bir beceriyle yapabilirler. Bu yüzden bulundukları akvaryumun kapaklı olması tercih edilmelidir. Akvaryum kapağının hava dolaşımına imkan verecek şekilde olması gerekir. Akvaryumla kapak arasında kalan hava, kalitesini ve oksijen seviyesini koruyabilmelidir. Yüzeyden hava alarak serbest oksijeni kullanan betalar için, bu da unutulmaması gereken bir detaydır. Sürekli olarak aynı noktadan yemleme yapabileceğiniz bir kapak, betanızın size alışmasını, yem saatlerinde yolunuzu gözlemesini ve bu sayede strese girme olasılığının azalmasını sağlar.
Aydınlatma çok zayıf veya çok kuvvetli olmamalıdır. Sürekli loş bir akvaryum, seyir zevkini azaltacağı gibi, betanın akvaryum dışındaki ışık kaynaklarına, hareketlere ve diğer etkilere karşı daha hassas ve ürkek olmasına sebep olur. Bu da ani değişikliklerde strese girmesini kolaylaştırır. Ayrıca, akvaryum dekorasyonunda önemli yer tutan bitkilerin de gelişimini ve çoğalmasını engeller. Yüksek seviyeli ışıklandırma ise balığın rahatsız olmasına sebep olur. Sürekli olarak saklanabileceği loş alanlar arar ve beslenme de dahil olmak üzere normal davranışlarını gerçekleştiremez. Eğer yüksek bir aydınlatma oranı seçilecekse, buna uygun bir dekorasyon yapılmalıdır.
Havanın soğuduğu aylarda, oda sıcaklığının sürekli olarak aynı seviyede tutulamadığı, veya gün içi sıcaklık değişimlerine maruz kalan ortamlarda, ısıtıcı kullanılması gereklidir. Beta geniş bir aralıktaki sıcaklıkları tolere edebilen bir balık türüdür. İdeal olarak 24-28ºC önerilse de, çok daha yüksek veya çok daha düşük sıcaklıklarda da yaşamını sürdürebilir (yüksek veya düşük sıcaklık değerlerinin uzun vadede balığın sağlığını etkileyebileceği unutulmamalıdır.). Ama tüm tropikal türler gibi, ani değişimlere karşı hassastır. Bu yüzden bir ısıtıcı yardımıyla akvaryumda sabit bir sıcaklık seviyesi sağlanmalıdır.
Filtrasyon, beta akvaryumu için önemli bir konudur. Çünkü betalar su kalitesine karşı hassas hayvanlardır. Suda meydana gelen biyolojik ve mekanik kirlilik, betalarda yaygın olarak görülen bir çok hastalığın başlıca sebebidir. İyi bir filtrasyon ve düzenli su değişimleriyle su kalitesi korunmalıdır. Beta akvaryumlarının genelde küçük boyutlu akvaryumlar olması; kolayca filtre edilebileceklerini ve su şartlarının her zaman ideal seviyelerde korunabileceğini düşündürür. Oysa durum tam tersidir; küçük hacimli akvaryumlarda su şartlarını stabil tutabilmek her zaman daha zordur. Bu yüzden filtre seçimi dikkatle yapılmalıdır. Hazırlanan akvaryumun boyutlarına uygun olarak, pipo filtreler, şelale tipi filtreler, taban filtreleri, iç veya dış filtreler tercih edilebilir. Önemli olan, akvaryuma yetecek kapasitede olmasıdır. Filtre seçiminde dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, suda çok fazla akıntıya sebep olmaması gerektiğidir. Betalar durgun sulardan hoşlanan balıklardır. Akvaryumda yüksek bir sirkülasyon olması, balığı sürekli olarak yorar ve güçsüz düşmesine sebep olur. Bu da birçok hastalığa davetiye çıkarır.
(Özellikle çok küçük boyutlu akvaryumlarda, su kalitesinin korunmasına yönelik izlenebilecek bir diğer yol da, düzenli ve yüksek oranlı su değişimleridir. Bu yöntem, çok sağlıklı olmamasına karşın, filtre kullanımına alternatif olarak düşünülebilir. Su değişimlerinde kullanılacak olan suyun, sürekli aynı nitelikte olması gerekir. Bunun için hazır içme suları kullanılabilir.)
SU ŞARTLARI: Betaların doğal yaşama alanlarında yıl boyunca değişen koşullar, su şartlarının da değişkenlik göstermesine sebep olur. Muson yağmurları döneminde büyük oranda yağış alan bu bölgelerde, sulak alanlar artar ve akarsuların su hacmi ve debisi fazlalaşır. Genel olarak sudaki kimyasalların oranı düşer ve sıcaklık biraz azalır. Diğer mevsimlerde ise akarsular dinginleşir ve durgun su alanları gitgide kuraklaşır. Bu da birçok mineral ve farklı kimyasalın sudaki yoğunluğunun yükselmesine sebep olur. Kısacası, betaların yaşadıkları alanlarda, sabit su şartlarından bahsetmek oldukça zordur. Bu yüzden Betta splendens, çok yüksek bir aralıktaki su değerlerini rahatlıkla tolere edebilecek şekilde evrimleşmiştir.
Yine de, her tropikal balık türünde olduğu gibi, akvaryum suyunda bazı şartların sağlanması ve mümkün olduğunca temiz ve stabil şartlara sahip bir su oluşturulması önemlidir. Bu yüzden suyun kalitesine ve betanın sağlığına doğrudan etki edebilecek bazı değişkenlerin bilinmesi ve takip edilmesi gereklidir.
Su parametreleri, sudaki genel koşulları ve bazı bileşiklerin oranını tanımlar. Eğer beta hastalık belirtileri gösteriyorsa, ilk olarak yapılması gereken şeylerden biri bu değişkenlerin kontrol edilmesidir. Hastalık belirtisi görülmese bile bu kontrollerin düzenli olarak yapılmasında fayda vardır. Akvaryum hobisinin ilerlemiş olduğu birçok ülkede, bu kontroller akvaryumcular tarafından ücretsiz olarak yapılmaktadır. Hobicilerin tek yapması gereken, akvaryum suyundan bir miktar alarak bu dükkanlara götürmektir. Ülkemizde ise henüz bu gibi uygulamalara rastlanmamaktadır. Bu yüzden akvaryum suyumuzun genel koşullarını öğrenebilmek için bazı elektronik cihazlar veya test kitleri satın almamız gerekir.
Akvaryumlarda ölçümü yapılabilecek birçok değişken koşul ve madde vardır. Ancak bu yazıda beta ve diğer akvaryum balıklarının sağlığı için önem taşıyan temel bazı değişkenleri incelemek yeterli olur.
SICAKLIK: Balık sağlığına en fazla etki eden değişkenlerden biridir. Beslediğimiz balık türüne uygun olarak güvenli bir aralıkta olması ve ani değişimlerden uzak, sabit bir derecede tutulması çok önemlidir.
Beta için güvenli aralık, 24-28ºC olarak kabul edilebilir. Bunu sağlayabilmek için soğuk ortam koşullarında ısıtıcılar, sıcak koşullarda ise soğutucular veya daha pratik ve ucuz bazı yöntemler uygulanır. Sıcaklık değerinin bir termometre yardımıyla günlük olarak ölçülmesi gerekir.
AMONYAK ve AMONYUM: Amonyak (NH3), balık dışkılarıyla, yenmeden kalan yiyeceklerin bozulmasıyla ve organik maddelerin (bitki parçaları, ölü balıklar...) çürümesiyle ortaya çıkar. Beta için çok zehirli ve tehlikeli bir maddedir. Suda 0,25 ppm'den düşük oranlarda bulunsa bile, betalarda kalıcı hasarlara ve hatta ölümlere sebep olabilir. Solungaç yanıkları, yüzgeç ve kuyruk yaralanmaları, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve buna bağlı ikincil rahatsızlıklar, verebileceği zararlardan sadece bir kısmıdır. Amonyak zehirlenmeleri alkali suda çok daha tehlikelidir.
Amonyum (NH4+) ise amonyağın iyonize olmuş halidir. Amonyağa göre daha az tehlikelidir. Yine de zehirlenmelere ve başka rahatsızlıklara sebep olabilir.
Bu maddelerin verebileceği zararlardan korunmak için, akvaryuma balık koymadan önce azot döngüsünün tam olarak sağlandığından emin olunmalıdır. Döngünün oturmadığı akvaryumlarda, temiz su ile büyük oranlı su değişimleri yapılmalıdır. Amonyak tutucu ürünlerin kullanılması da fayda sağlar ancak döngü sağlanmamışsa amonyak ve amonyum miktarı yeniden yükselebilir. Balık artıkları, yenmemiş besinler ve diğer organik atıklar, çürümeden önce tanktan uzaklaştırılmalıdır.
Beta da dahil olmak üzere, hemen hemen tüm balık türleri için akvaryum suyundaki amonyak ve amonyum miktarı 0 olmalıdır. Yeni kurulan akvaryumlarda 2 günde bir, oturmuş akvaryumlarda ise 1-2 haftada bir ölçülmeleri gerekir.
NİTRİT: Bazı ototrof bakteri türleri, amonyağı tüketir ve artık ürün olarak nitrit (NO2) meydana gelir. Amonyağa oranla daha zararsız bir madde olsa da, balıklar için oldukça tehlikelidir. Beta akvaryumlarda nitrit değerinin de 0 olması gerekir. Dengesi sağlanmış akvaryumlarda, birkaç haftada bir ölçümü yapılmalıdır.
NİTRAT: Nitrit tüketen bakterilerin biyo ürünüdür. Akvaryumlarda bulunabilecek en zararsız azot türevidir. Beta ve diğer akvaryum balıkları için, diğer azot bileşiklerine oranla daha az tehlikelidir. Yine de nitrat (NO3) miktarı da kontrol altında tutulmalıdır. Haftalık en az %20 oranında yapılan su değişimleri ve dip çekimi, nitrat seviyesinin yükselmesini büyük ölçüde engeller. Düzenli olarak haftada bir kez kontrol edilmelidir. 20-30 ppm üst sınır olarak kabul edilse de, 20 ppm'in altındaki değerler idealdir. 30 ppm'in üstündeki değerler balıklar için tehlikeli olabilir.
pH: Önce pH'ı en basit tanımıyla açıklamaya çalışalım. Akvaryum suyumuz balıklarımızı etkileyen bazı asidik ve bazik maddeler içerir. Bu maddelerin sudaki oranları, bir sayı ölçeği kullanarak ölçülebilir. Bu ölçeğe göre, eğer sudaki asit ve bazların miktarı birbirine eşitse, bu nötr olarak kabul edilir ve 7.0 değeriyle gösterilir. Eğer asidik maddelerin miktarı daha fazlaysa bu değer 7.0'dan küçük, tersiyse 7.0'dan büyük kabul edilir. Tropikal akvaryum balığı türlerinin büyük çoğunluğu nötral seviyelerde yaşarlar. Ancak asidik veya alkali (bazik) su değerlerinde yaşayan türler de vardır.
Akvaryum suyunun pH değerinin ölçülmesi ve seçilen balık türüne uygun olarak güvenli bir aralıkta sabit tutulması çok önemlidir. pH'da meydana gelebilecek ani yükselme veya düşüşler balıklarda ani ölümlere sebep olabilir. Genel bir kural olarak, 24 saat sürecinde 0.2'den daha yüksek değerde pH değişikliğinden kaçınılmalıdır.
Beta için 6.0-8.0 aralığındaki değerler uygundur. Ancak doğal koşullarda daha çok nötr veya hafif asidik sularda yaşarlar. pH değeri haftada 1-2 kez ölçülmelidir. Ayrıca su değişimleri sırasında, hem akvaryum suyunun hem de eklenecek olan suyun pH'ı ölçülmelidir.
GH: Gh (general hardness=genel sertlik), sert su veya yumuşak suyu tanımlayan bir terimdir. Suda çözünmüş durumda bulunan kalsiyum ve magnezyum oranını ifade eder.
Betalar oldukça geniş bir aralıktaki gh değerlerini tolere edebilirler.
KH: Kh (karbonat sertliği) sudaki tamponlanabilme kapasitesini ifade eder. Suda çözünmüş durumda bulunan karbonat (CO3) ve bikarbonat (HCO3) miktarıyla ölçülür. Özellikle düşük olduğu durumlarda önem kazanır. Uygun kh değeri, pH değerinin sabit kalmasını sağlayan maddelerin tamponlanmasına olanak tanır. Eğer bu tamponlama kapasitesi, yani kh çok düşükse, pH seviyesi korunamaz ve tehlikeli düşüşler yaşanır. Bu da balıklarda ani ölümlere yol açar.
Beta, çok düşük olmadığı sürece, geniş bir aralıktaki kh değerlerinde yaşayabilir. Gh ve kh, 1-2 haftalık periyotlarla ölçülmelidir.
DEKORASYON: Çok farklı koşullarda yaşayabilen dayanıklı bir tür olması; beta akvaryumunun dekorasyonu esnasında da çok geniş bir seçenek aralığı sunar. Akvaryumun genel görünümü büyük ölçüde beta sahibinin kişisel zevklerine ve imkanlarına bağlıdır. Hiçbir dekorasyon malzemesi içermeyen, cama cam akvaryumlar bile, diğer şartlar sağlandığı sürece betanın beslenmesi için yeterli olacaktır. Yine de, seyir zevki, doğallık ve betanın bazı davranış özellikleri dikkate alınarak verilebilecek bazı ipuçları vardır.
Öncelikle, bir beta akvaryumunda, balığın rahatça yüzebilmesi, yüzeyden yem ve hava alabilmesi için yeterli olacak açık alanlar bırakılması uygun olacaktır. Dekorasyon açısından fazla kalabalık akvaryumlar, betanın hareketlerinin kısıtlanmasına ve bu yüzden strese girmesine sebep olabilir. Su yüzeyinin kapalı olması ise hem hava almasını güçleştirir, hem de verilen yemleri farketmesini ve yemesini engeller. Bu yüzden -genelde beta akvaryumları için uygun seçenekler olsalar da- , hızlı çoğalan su üstü bitkilerinin veya yaprakları yüzeyi kaplayacak şekilde uzama gösteren diğer bitkilerin büyümesi kontrol altında tutulmalıdır.
Beta açık alanlarda rahatça yüzmekten hoşlanan bir balık türü olsa da, bazen dinlenebileceği veya saklanabileceği bölgelere de ihtiyaç duyar. Bu yüzden akvaryumun bazı bölümlerinde, bolca bitkilendirilmiş loş alanlar; kaya, kütük veya diğer dekor malzemeleriyle oluşturulmuş ufak mağara veya holler, su üstü bitkileri kullanılarak hazırlanmış, yüzeye yakın dinlenme bölgeleri oluşturulabilir. Aslında bu amaç doğrultusunda ufak kil saksılar bile kullanılabilir. Ancak bu, doğallığı ve seyir zevkini etkileyecektir.
Eğer betanın doğal yaşam ortamına benzer bir akvaryum hazırlanması hedefleniyorsa, dekorasyonda canlı bitkilerin kullanılması kaçınılmazdır. Beta doğada sık bitki örtüsüne sahip, sığ sularda yaşamını sürdürür. Akvaryum koşullarında ise hemen her tür bitkiyle uyum içinde yaşar. Ancak betanın yüksek ışıktan hoşlanmayan bir tür olması bitki seçeneklerimizi biraz daraltır. Seçilecek bitkilerin düşük-orta ışıklandırma seviyelerinde gelişim gösterebilecek türler olmasına dikkat edilmelidir. En uygun seçenekler, Anubias, Cryptocoryne, Hygrophila, Microsorum ve bazı Echinodorus türleri, moss çeşitleri ve su üstü bitkileridir. Bu türler; ihtiyaçları düşük, bakımı kolay bitkilerdir. Aynı zamanda, temin edilebilmeleri kolay, yaygın rastlanan bitkiler olmaları da bu türleri uygun seçenekler yapar.
Beta akvaryumlarında, canlı bitkilerin yanısıra, akvaryum dekorasyonunda kullanılabilen hemen her tür malzemeden yararlanılabilir. Yapay dekorlar, kayalar, kütük ve kökler seçilebilir. Ancak satış noktalarında bulunabilen bazı malzemeler, akvaryumlarda kullanım için uygun değildir. Bazı yapay malzemeler, erime, bozulma, boya salma gibi etkilerle akvaryumun görünümünü hatta balıkların sağlığını tehlikeye atabilir. Ayrıca, bazı doğal dekorasyon materyalleri de akvaryumdaki su şartlarını etkiler ve bu yüzden kullanımları uygun değildir. Bazı kaya ve kum çeşitleri, ani sertlik ve pH değişimlerine sebep olabilecek düzeyde tamponlama yapabilir. Tam tersine, özellikle bazı kütük ve kök çeşitleri de ani pH düşüşlerine, suda sararmaya ve hatta çürüyerek su kalitesinin bozulmasına sebep olabilir. Bu tür materyalden uzak durulmalı, gerekirse alınan malzemeler akvaryuma konulmadan önce birkaç gün test edilmelidir.
Dekorasyonda kullanılacak olan malzemelerin seçiminde bir diğer önemli nokta da, betanın yüzgeçlerine veya vücuduna zarar vermeyecek nitelikte olmalarına özen gösterilmesidir. Sivri, keskin yüzeylere veya kenarlara sahip dekorasyon malzemeleri, betanın vücuduna ve yüzgeçlerine zarar verebilir. Beta genelde sakin karakterli ve ağır biçimde yüzen bir balık türü olsa da; özellikle ürkütüldüğünde, yeme atılırken ve mücadele ya da kur yapma esnasında çok ani hareketler sergileyebilir. Bu gibi durumlarda akvaryumdaki malzemelere sürtünmesi ya da çarpması tehlikesi vardır. Vücudunda ya da yüzgeçlerinde meydana gelebilecek yaralanmalar, daha önemli rahatsızlıkları tetikleyebilir.
Fotoğraflarda, küçük hacimli beta akvaryumları için örnek olarak yararlanılabilecek üç akvaryum görülüyor. Her üç akvaryum da yoğun biçimde bitkilendirilmiş; ama betanın ihtiyaçları doğrultusunda açık alanlar ve loş saklanma alanları iyi dengelenmiş.
Sonuç olarak, bir beta akvaryumu dekore edilirken, dikkat edilmesi gereken birkaç küçük noktanın ötesinde seçeneklerin sınırsız olduğunu söylemek mümkündür. Kişisel beğeniler, imkanlar ve hayal gücü doğrultusunda, birbirinden çok farklı biçimde dizayn edilmiş akvaryumlar oluşturulabilir.
Öncelikle betanın sağlıklı olup olmadığı belirlenmelidir. Bunun için önce renge ve dış görünüme bakılır. Renk canlı ve parlak olmalıdır. Solgun renk, stres veya hastalık belirtisi olabilir. Ayrıca, deri üzerinde farklı renkte, solgun veya kızarmış bölümler bulunmamalıdır. Mermer denilen, 2-3 renkli beta varyetelerinde farklı renklerde bölümler bulunabilir. Burada bahsedilen, herhangi bir hastalık ya da yaralanma belirtisi olabilecek türden renk farklılıklarıdır. Deri pürüzsüz, pul dizilişi düzgün olmalıdır. Deri üzerinde bozulmalar, pullarda dökülmeler, kist ya da benek tarzı oluşumlar olmamalıdır.
Gözler, ağız çevresi ve solungaçlar dikkatle incelenmelidir. Gözlerde bulutsu bir görünüm, büyüklük veya yerleşimlerinde orantısızlık, hareket kabiliyetinde azalma vb. durumlar betanın sağlıksızlığına işaret eder. Ağız çevresinde ve solungaçlarda deformasyonlara sık rastlanır. Ağız ve dudaklar düzgün ve orantılı olmalı, solungaç kapakları birbiriyle aynı boyda ve solungaç açıklığını kapatacak biçimde gelişmiş olmalıdır. Ayrıca bu bölümlerde herhangi bir hastalık belirtisi olup olmadığı belirlenmelidir. Pamukumsu gri veya beyaz renkte oluşumlar, mantar veya columnaris gibi hastalıkların belirtisidir. Solungaçlarda soluk renk, normalden daha koyu kırmızılık, solungaç kapaklarının açılıp kapanmasında anormallik vb. belirtiler de balığın çeşitli sağlık sorunları olduğunu gösterir.
Yüzgeç ve kuyruk yapısı da kontrol edilmelidir. Yüzgeçlerde yırtılma, delinme, parçalanma gibi etkiler; aslında iyileşmeleri zor olmasa da, balığın diğer hastalıklara karşı güçsüz düşmesine sebep olabilir. Uygun şartlara sahip temiz su ve iyi bir diyet sağlandığında bu yırtılma ve delinmeler hızla iyileşir. Hatta tamamen parçalanmış kuyruk bile en fazla 1-2 ay içinde kendini yeniler. Ama eğer uygun şartlar oluşturulamazsa yaralı bölümler bakteri istilasına ev sahipliği yapabilir. Bu yüzden, satın alırken sağlam yüzgeçlere sahip bir betanın seçilmesi daha uygun olacaktır.
Betanın gövde yapısı da incelenmelidir. Karın bölgesinde şişkinlik veya zayıflık görülüyorsa, sindirim sistemi rahatsızlıkları veya iç parazit ihtimali vardır. Ayrıca, özellikle çift kuyruk ve delta kuyruk varyetelerinde, vücudun orta kısmında veya kuyruk başlangıcında deformasyonlara sıkça rastlanır. Bunun kontrolü için betaya üstten bakmak yeterlidir. Omurgada herhangi bir eğrilik tespit edilirse, o balık seçilmemelidir. Çünkü bu tür deformasyonlar iyileşemeyecek rahatsızlıklardır.
Dış görünüş olarak sağlıklı olduğu belirlenen betanın davranışları da kontrol edilmelidir. Harekete ve dış etkilere karşı çok duyarlı bir tür olan beta, normalde akvaryumun yanına yaklaşıldığında bile tepki gösterir. Bu tepki; eğer insanlara alışmış bir balıksa, akvaryum camına yaklaşmak ve sizi incelemek olacaktır. Bulunduğu akvaryumda bir süre geçirmiş ve belirli noktalarda yem almaya alışmış balıklar genelde bu tepkiyi gösterir. Tam tersi durumda ise, yani eğer beta insanlara veya bulunduğu ortama henüz alışmadıysa, tepkisi camdan uzaklaşmak ve saklanmaya çalışmak olmalıdır. Her iki durumda da betanın normal davranış özelliklerini sergilediği söylenebilir. Buna karşın; eğer balık tepkisiz kalıyorsa, hareketlerinde normal olmayan bir yavaşlık farkedilirse, fazla hareket etmeden aynı noktada kalıyor, sürekli olarak dipte veya yüzeyde yüzüyorsa, balığın çeşitli hastalıklara yakalanmış olduğu, en iyimser ihtimalle stres içinde olduğu anlamına gelir. Bu gibi davranışlar gösteren bir beta uygun seçim olmayacaktır.
Hareketli, normal davranışlara sahip bir beta belirlendiğinde, son olarak yeme ilgisi kontrol edilmelidir. Çok obur bir tür olan beta, normal şartlarda hemen her tür yemi kabul eder. Ayrıca, hızlı hareketlerle yeme yönelmelidir. Yeme karşı ilgisiz olan veya kuru yem kabul etmeyen balıklar, beslenme konusunda sorun yaratabilir. İyi hazırlanmış bir menü ve biraz özenle bu tür düzensizlikler telafi edilebilir. Ancak yine de, özellikle yeterli tecrübeye sahip olmayan akvaristler için, beslenmesinde sorun olmayan bir balığın seçilmesi daha uygun olacaktır.
("Sağlık" bölümünde anlatılacak olan hastalıkların, özellikle de hastalık belirtilerinin incelenmesi, beta seçiminde oldukça faydalı olacaktır...)
Seçilen betanın büyüklüğü, özellikle de yüzgeç ve kuyruk uzunluğu da önemli bir kriterdir. Daha önce de bahsedildiği gibi; beta fazla uzun bir yaşam süresine sahip olmayan, ortalama 2-3 yıl yaşayabilen bir balık türüdür. Yavru betalar yaklaşık 4 aylık bir sürede yetişkin boylarının neredeyse % 80'ine ulaşırlar. Bu süreden sonra boyca büyüme çok yavaşlar ve yüzgeçlerde ve kuyrukta uzama hızlanır. Bu özelliklerini dikkate alırsak; seçilecek olan betanın boyca büyük olması ve uzun kuyruk ve yüzgeçlere sahip olması, o betanın büyük ihtimalle yaşlı olduğunu, en azından 1,5-2 yaşına zaten ulaşmış olduğunu gösterir. Aslında bu bir genellemedir, çünkü balığın daha önce içinde bulunduğu koşullar da vücut ve kuyruk yapısına etki eder. Yine de, uzunca bir süre beslemeyi düşündüğümüz bir balık almak istiyorsak, mümkün olduğunca genç bireylere yönelmek uygun olacaktır. Satın alındıktan sonra ancak birkaç ay yaşayacak olan bir balık, hem hayal kırıklığı hem de üzüntü sebebi olabilir.
Genç bireylerin satın alınmasının başka avantajları da vardır. Özellikle üretim düşünen akvaristler için, kendi damızlıklarını yetiştirmek üzere genç bireylerin alınması yararlıdır. Çoğu zaman hobiciler bu konuda hataya düşmekte, ve üretim için rastladıkları en büyük balıkları almaya çalışmaktadır. Bu balıkların hangi şartlarda büyütüldüğü, ne tür hastalıklar geçirdiği, ne şekilde yemlendiği vb. özellikler bilinmediği için üretimde verimin düşük olması, hatta tamamen başarısız olunması riski her zaman mevcuttur.
AKLİMATİZASYON: Çevremizdeki akvaryumcularda bulabileceğimiz betaların büyük bir kısmı Uzakdoğu ülkelerinden ithalat yoluyla gelmiştir ve hâlihazırda bir veya birkaç kez su değişimine maruz kalmış balıklardır. Oldukça dayanıklı ve dirençli bir tür olmasına karşın, beta da diğer balıklar gibi ani su değişimlerine karşı hassastır. Ani pH yükselmeleri, ısı farklılaşmaları gibi etkiler, balığın sağlığını tehdit eder.
Yeni aldığımız betayı bekleyen bir başka önemli tehlike de stresdir. Çünkü stres, balığın doğal davranışlarını ve beslenmesini önemli ölçüde etkiler. Zamanla zayıf düşmesine ve hastalıklara karşı savunmasız kalmasına neden olur. Özellikle yeni bir ortama giren beta, alışma sürecinde kolayca strese kapılabilir. Bu yüzden satın aldığımız betanın aklimatizasyonu, yani yeni akvaryumuna alıştırılma süreci dikkat isteyen bir konudur.
Öncelikle, hazırlanan akvaryumun beta için gereken şartlara sahip olduğundan emin olunmalıdır. Akvaryumun şekli, dekorasyonu, tank arkadaşları vs. etkenlerin, yeni alınan balığın alışmasını zorlaştıracak özellikte olmamasına dikkat edilmelidir. Biyolojik döngünün oturması ve zararlı maddelerin akvaryumdan uzaklaştırılması için, balığı eklemeden en az bir hafta önce akvaryumu hazırlamak uygun olacaktır. Bu süre, su hazırlayıcılar ve biyolojik katkılar kullanılarak kısaltılabilir.
Yeni alınan betanın aklimatizasyon sürecinde ilk adım, bulunduğu poşet veya kaptaki su değerlerini test etmek ve bulunan değerleri, konulacağı akvaryumdaki değerlerle karşılaştırmak olmalıdır. pH ve sıcaklık özellikle kontrol edilmelidir. Ayrıca, eğer imkan varsa, amonyak (NH4), nitrit (NO2), nitrat (NO3), gH ve kH da test edilebilir. Bu sayede başlangıç noktamızın ne olduğu hakkında yeterince fikir edinmiş oluruz. Bulunan değerler birbirinden çok farklıysa, alıştırma süreci normalden çok daha yavaş yapılmalıdır.
Eğer test yapma imkanımız yoksa, en kötü ihtimal düşünülmeli ve su değerleri arasında büyük farklılıklar olduğu varsayılarak işe başlanmalıdır.
Sıradaki adım, sıcaklığın eşitlenmesidir. Bunun için ısıtıcılar kullanılabilir veya betanın bulunduğu poşet ya da kap, ılık veya soğuk su içinde bekletilebilir. Ancak en kolay yol, balığın kapalı bir poşet içerisinde yeni akvaryuma konulmasıdır. Bu yöntemle, 5-10 dakika içinde sıcaklığın eşitlenmesi sağlanır. Eğer akvaryumda ısıtıcı çalışmıyorsa buna da gerek yoktur. Suların oda sıcaklığında eşitlenmesi için birkaç dakika beklemek yeterlidir.
Sıcaklık farkı kalmadığından emin olunduktan sonra, balık içinde bulunduğu suyla birlikte genişçe bir kaba alınır ve su değişim işlemi başlar. Bu işlem, kaptaki suyun akvaryum suyuyla değiştirilmesi olarak tanımlanabilir. Eğer gerekli testler yapılmış ve tüm parametreler birbirine yakın çıkmışsa, 10-15 dakika içinde tamamlanabilir. Ancak eğer değerler farklıysa veya test yapma imkanı yoksa, en az bir saat boyunca devam etmesi tavsiye edilir.
Su değişiminde iki yol izlenebilir. İlkinde, bir parça hava hortumu yardımıyla, akvaryumdan kaba su akması sağlanır. Bir kez sifonlamak sürekli su akışı için yeterlidir. Su geçişinin çok yavaş, hatta seyrek damlalar halinde yapılması en uygun yoldur. Bu sayede şartlarda meydana gelebilecek ani değişiklikler önlenmiş olur. Kaptaki su hacmi arttıkça, üstten bir miktar su boşaltılabilir. İkinci yol ise, balığın bulunduğu kaba düzenli periyotlar halinde akvaryum suyu eklemektir. Her 10 ya da 15 dakikada bir, kaptaki suyun yaklaşık beşte biri kadar su eklenir. Birkaç kez bu işlemi tekrarladıktan sonra, eğer gerekli görülürse üstten su alınır. Su değişim işlemi ne kadar yavaş yapılırsa, balığın etkilenmesi ve strese girmesi de o kadar önlenmiş olur. Bu yüzden mümkün olduğunca uzun sürdürülmesi önerilir.
Artık son adıma, yani balığın akvaryuma konulmasına geçilebilir. Balık bir kepçe yardımıyla yakalanır ve yeni yaşam alanına bırakılır. Bu işlemin süretle yapılması ve balığın fazla ürkütülmemesi yararlı olur. Kaptaki suyun hiçbir şekilde akvaryum suyuna karıştırılmaması gerekir.
Balık akvaryuma alındıktan sonra ışıkların bir süre kapalı kalması stresi önlemekte yardımcı olur. Ayrıca, tercihe bağlı olarak stres giderici ürünler de kullanılabilir. Birkaç saat sonra ışıklar açılır ve ilk yemleme yapılır. Balık yeni ortamında yem almakta zorlanabilir. Daha önce bulunduğu yerde kullanılan yemden bir miktar temin edilmesi veya daha iyi bir yol olarak canlı yem verilmesi yararlı olur.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, beta az miktarda su içinde bile yaşamını sürdürebilir. Bu özelliği sayesinde, diğer balık türlerinden farklı olarak, betanın aklimatizasyonunda bazı pratik yöntemler de izlenebilir. Balığın alındığı yerden yeterli miktarda su alınması ve hazırlanan akvaryuma bu suyun koyulması bunlardan biridir. Eğer akvaryum hacmi büyükse, balık birkaç günlüğüne daha ufak bir kapta da tutulabilir. Bu sayede, su değişim işlemi günler boyu sürdürülebilir.
Eğer yeni aldığımız balık, halihazırda içinde balık bulunan, karma bir akvaryuma koyulacaksa, en az 10 gün süreyle bir karantina akvaryumunda tutulması gerekir. Bu süreçte dikkatli biçimde izlenerek herhangi bir hastalık belirtisi taşımadığından emin olunmalı, gerekirse dezenfekte veya tedavi işlemlerine tabi tutulmalıdır. Bu sayede akvaryuma dışarıdan hastalık girmesi engellenmiş olur.
Öncelikle, akvaryumumuz ne kadar büyük olursa olsun, sadece bir tek erkek betanın tutulabileceğini hatırlatalım. Aksi halde, iki erkek arasında birinin ölümüne kadar sürebilecek kavgalar olması kaçınılmazdır. Çok gerekli olmadıkça dişi betaların da erkekle aynı akvaryumda bulunması sakıncalıdır. Çünkü erkek balık dişilere karşı da agresif davranacaktır. Çok iyi dekore edilmiş, bolca saklanma alanı bulunan, büyük hacimli tanklara dişi betalar da eklenebilir. Eğer sadece betaların bulunacağı bir akvaryum hazırlanacaksa, birden fazla dişi bulundurulması uygun olacaktır. Kalabalık bir balık nüfusuna sahip karma tanklarda da dişi ve erkek beta bir arada tutulabilir. Ancak, tüm şartlar yerine getirilse bile, dişi ve erkek betanın üretim dönemi haricinde bir arada bulundurulması her zaman risk taşımaktadır.
Eğer betanızı karma bir akvaryumda beslemek istiyorsanız, tank arkadaşlarını seçerken oldukça dikkatli ve özenli davranmanız gereklidir. Bunun sebebi hem betaların agresif ve tehditkâr olabilecek tavırları, hem de uzun, alımlı yüzgeçleri ve ağır yüzüşü yüzünden diğer balıkların tacizlerine maruz kalma riskidir.
Dikkat edilmesi gereken ilk nokta, etçil, yırtıcı ve saldırgan türlerden olduğu kadar; tetrazon, serpae tetra, kırmızı gözlü tetra vb. yarı saldırgan türlerden de uzak durulmasıdır. Hatta normalde karma tanklarda barışçı davranan melek, kılıçkuyruk, diskus gibi balıklar bile beta için tehlikeli olabilirler. Çünkü betanın sıradışı uzunluk ve renge sahip yüzgeçleri bu balıklar için de ilgi çekici olacaktır.
Ayrıca, boyut olarak betaya yakın veya daha büyük olan, hızlı yüzen, hareketli balıklar da beta akvaryumu için kötü tank arkadaşlarıdır. Gökkuşağı türleri, SAE, pangasyus, silver shark gibi türler bunlara örnek olarak gösterilebilir. Balığına göre değişim gösterse de, genel olarak betalar bu türleri bir tehdit olarak görürler. Sürekli bir savunma veya saldırı konumunda olan beta, zamanla strese girer ve bu durum sağlığını kötü yönde etkiler. Ayrıca, hızlı yüzen bu türler betanın yem almasını da zorlaştırabilir.
Son olarak, betaya tehdit oluşturmayan, fakat kendileri betanın agresif tavırlarına maruz kalabilecek balıklar da seçilmemelidir. Erkek lepistes, küçük japon ve melek balıkları gibi uzun yüzgeçli balıklar ve betadan kaçamayacak kadar ağır yüzen türler beta akvaryumu için uygun olmayacaktır. Ayrıca, erkek cüce gurami ya da bazı moli varyeteleri gibi parlak renkli balıklar da betanın saldırısına uğrayabilir. Bunun nedeni, bu balıkların renkleri yüzünden başka bir beta sanılmasıdır. Betanın iyi bir avcı olduğu ve yutabileceği boydaki yavru balıkları rahatça avlayabileceği de unutulmamalıdır.
Tüm bu kriterleri göz önünde bulundurarak, beta için uygun tank arkadaşları olabilecek türleri de belirlemeye çalışalım...
Akvaryumun dip kısımlarını daha fazla kullanan, boyut olarak fazla büyük olmayan balıklar, beta için iyi tank arkadaşlarıdır. Çöpçüler ve alg yiyen balıklar bu türler arasında sayılabilir. Bu türlerin çoğu, geniş bir aralıktaki su şartlarını tolere edebilen dayanıklı balıklardır. Bu yüzden gerektirdikleri optimal şartlar betalarınkiyle aynı olmasa da tercih edilebilirler.
Corydoras, Brochis, Aspidoras, Scleromystax gibi çöpçü türleri, sakin karakterleri, dayanıklı yapıları ve biyolojik döngüye fayda sağlayan özellikleriyle tavsiye edilecek tank arkadaşlarıdır. Ancak beta akvaryumu için seçilecek çöpçü türleri hakkında yeterli araştırmanın yapılması gereklidir. Büyük boylara ulaşabilen türler uygun olmayabilir.
Küçük boyutlu alg yiyen türler de betalar için uygun tank arkadaşlarıdır. Özellikle Otocinclus cinsine dahil türler, beta tankı için mükemmel seçimdir. Bu balıklar hiç durmamacasına alg tüketen, çalışkan ve uyumlu balıklardır. Ayrıca 5 cm'i geçmeyen boylarıyla nano tanklarda bile beslenebilecek türlerdir. Eğer bu balıkları beslemek istiyorsak, oturmuş ve iyi bir döngüye sahip bir tank gerektirdiklerini unutmamamız gerekir.
Küçük boylu vatoz (Loricariidae) türleri de seçilebilir. Özellikle boyları 10 cm'i geçmeyen bazı türler beta akvaryumu için uygun bir seçimdir. Fakat ülkemizde birçok vatoz türünün bilinmediğini veya henüz yaygınlaşmadığını düşünürsek, Ancistrus türleri elimizdeki en uygun seçenek gibi görünmektedir. Yine de, boyları 14 cm'e kadar ulaşabilen bu balıklar, özellikle küçük hacimli tanklar için uygun değildir. Bu yüzden, yetişkin olmayan bireylerin satın alınması ve büyüdükçe değiştirilmeleri, farklı bir yöntem olarak düşünülebilir. Aslında aynı yöntem, çok büyük boylara ulaşan ama daha rahat bulabileceğimiz diğer vatoz türleri için de uygulanabilir.
Bu türlere ek olarak, kuhli (Pangio) türleri veya küçük boylu kedi balığı türleri de (Mystus, Hara, Microsynodontis vs.) seçilebilir.
Bir diğer seçeneğimiz, küçük boyutlu sürü balıklarıdır. Bu balıkları seçerken, gerektirdikleri bazı koşullar olduğu; özellikle de istedikleri su şartları sağlanmadığı takdirde oldukça hassas olabilecekleri dikkate alınmalıdır.
Birçok tetra türü, beta akvaryumlarında rahatça yaşayabilir. Gerek yaşayabilecekleri su şartları, gerekse hoşlandıkları tank dekorasyonu betalarınkine benzerdir. Özellikle tavsiye edilebilecek olanlar, neon tetra (Paracheirodon innesi), kardinal neon tetra (Paracheirodon axelrodi), gün ışığı tetra (Hemigrammus erythrozonus), mavi tetra (Boehlkea fredcochui) benzeri türlerdir. Sakin ve barışçıl olan tüm tetra türleri denenebilir. Ama tetraların sürü balıkları oldukları ve en az 6 bireyden oluşan sürüler halinde yaşamayı sevdikleri unutulmamalıdır. Ayrıca, bazı tetra türlerinin barışçıl görünmelerine karşın kuyruk ve yüzgeç didiklemekten hoşlandıklarını da dikkate almak gerekir.
Sürü balıkları denince akla gelen bir diğer seçenek de rasbora türleridir. Bu türlerin birçoğu zaten betayla aynı doğal yaşama alanlarını paylaşır. Barışçıl ve dayanıklı balıklardır. Ülkemizde yaygın olarak bulunabilen Harlequin rasbora (Rasbora heteromorpha) ve bulunması biraz daha güç olmasına karşın yabancı olmadığımız Rasbora espei ve Rasbora hengeli gibi türler tavsiye edilebilir.
Bunlara ek olarak, kiraz barb (Barbus titteya) ve altın barb (Puntius sachsi) gibi bazı barbus türleri; İriatherina werneri, Pseudomugil gertrudae, Pseudomugil furcatus gibi küçük gökkuşağı türleri ve beyaz bulut dağı (Tanichthys albonubes) gibi minnow türleri de, sürü balıkları arasında sayılabilecek uygun tank arkadaşlarıdır.
Tavsiye edilebilecek tank arkadaşları arasında canlı doğuran türleri de sayılabilir. Özellikle plati (Xiphophorus maculatus ve X. variatus) çeşitleri ve moliler uygun olacaktır. Kılıçkuyruk ve velifera gibi türler, zaman zaman agresif ve saldırgan davranabildikleri için uygun tank arkadaşları değillerdir. Lepistesler ise erkeklerin göz alıcı kuyrukları yüzünden tercih edilmemelidir.
Balık türlerinin dışında, birçok kaynakta beta için en uygun tank arkadaşlarından biri olarak gösterilen cüce Afrika kurbağalarına (Hymenochirus curtipes, Hymenochirus boettgeri) da değinmek yerinde olur. Bu canlılar, hemen her tür yemi kabul eden, ortalama 5 yıl yaşayabilen, barışçıl, dayanıklı ve sıradışı hayvanlardır. Her tür karma akvaryumda bulundurulabilirler. Yine de, çok nadir rastlanan bazı durumlarda küçük betalar için tehlikeli olabildikleri belirtilmiştir.
Son olarak, akvaryumlarımızda beslediğimiz omurgasızlar da listeye eklenebilir. Elma salyangozu (Pomacea bridgesii), zebra salyangoz (Neritina turrita), güneş salyangozu (Clithon corona) gibi salyangoz türleri ve hayalet karidesler (Paleomonetes), Amano karidesi (Caridina multidentata), kaya karidesi (Atyopsis moluccensis) gibi karidesler, beta akvaryumu için uygun seçeneklerdir. Omurgasız tercihi yaparken dikkatli olunmalıdır. Çünkü beta bazı omurgasız türleri için tehlikeli olabilir. Güçlü çene yapısı ve keskin dişleri yardımıyla küçük salyangozların kabuklarını rahatça kırabilir. Bu yüzden sert kabuklu, yetişkin salyangozlar seçilmelidir. Ayrıca, kiraz karides (Neocaridina denticulata sinensis "red") veya kristal karides (Caridina serrata "Crystal Red") gibi küçük ve parlak renkli karides türleri beta için fazla dikkat çekici olabilir. Böyle bir durumda betanın bu canlıyı öldürmesi işten bile değildir.
Beta için uygun tank arkadaşları listesini genişletmek mümkündür. Örneğin, tank hacmiyle orantılı olarak seçenekler de artacaktır. Bu biraz da kişisel tecrübeye ve deneme-yanılmalara dayanan bir olaydır. Çünkü türler ve hatta bireyler arasında kesin bir genelleme yapabilmek çok zordur. Uygun bir akvaryum hazırlandıktan sonra balık türlerini yerleştirmek ve sonrasında da dikkatli şekilde davranışlarını izlemek en emin yol olacaktır. Akvaryumda çeşitli saklanma alanları oluşturulması ve gerektiğinde balıkları ayırabilmek için koşulların sağlanması, alınması gereken tedbirler arasındadır. Göz önünde bulundurulması gereken en önemli nokta, dayanıklı bir tür olan beta için en büyük tehlikelerden birinin stres olmasıdır. Eğer balığımız strese kapılacak olursa, doğal davranışlarına ve yem almaya devam edemeyecek, bu da birçok hastalığa karşı güçsüz düşmesine sebep olacaktır. Bu yüzden, o ya da bu şekilde betamızı strese sokabilecek türlerin akvaryuma alınmaması ya da farkedildikleri an uzaklaştırılması gerekir.
Gerekli tüm şartlar yerine getirilse bile, bazı betalar anormal derecede agresif davranabilirler. Öyle ki bulundukları akvaryumda hareket eden herşeye saldırabilirler. Bu yüzden beta akvaryumuna koyulacak diğer türleri belirlerken izlenebilecek en garantili yol, denemek ve iyi bir biçimde gözlemlemek olacaktır.
Daha önceki bölümlerde, sağlıklı bir betaya sahip olmak için gerekli olabilecek hemen hemen tüm bilgiler verilmiştir. Bu yüzden bu bölümde aynı bilgileri tekrarlamak yerine, sözü fazla uzatmadan betalarda sık rastlanan hastalıklardan ve bu hastalıkların tedavisi için gerekli olan ilaç ve malzemelerden bahsetmek yerinde olur. Öncelikle her beta severin sahip olması gereken, hastalıklarla mücadelede faydalı olacak bazı malzeme ve ilaçlardan kısaca bahsetmek yerinde olur.
Karantina akvaryumu: Genelde küçük hacimli akvaryumlarda tutulan Betta splendens için ayrıca bir karantina akvaryumu edinmek gereksiz gibi görülebilir. Ama tedavi aşamasında sağladığı avantajlar göz ardı edilemeyecek kadar fazladır.
Hastalıkların tedavisinde kullanılan birçok ilaç, akvaryumdaki biyolojik döngüye zarar verir. Özellikle azot çevriminde görev alan bakteri kolonileri, bazı ilaçlara karşı çok hassastır. Bu bakterilerin ölmesi akvaryumdaki tüm dengeyi, düzelmesi uzun zaman gerektirecek biçimde bozabilir. Ayrıca, -eğer varsa- akvaryumda bulunan bitki ve omurgasızlar, hatta küçük boyutlu bazı balık türleri de ilaçlardan etkilenebilir. İlaçların canlılara verebileceği zararın yanında, dekorasyona da olumsuz etkileri olabilir. Metilen mavisi gibi bazı koyu renkli ilaçların, dekorasyonda kullanılan birçok malzemeyi boyadığı tüm akvaristler tarafından bilinir. Bu yüzden ilaç uygulamalarının ana akvaryumdan farklı bir akvaryumda yapılması daha doğru olur.
Kullanılacak karantina akvaryumunun hacmi tam olarak bilinmelidir. Bu sayede ilaçlar kullanım talimatlarına uygun şekilde kullanılabilir. Dekore edilmiş ve içinde çeşitli malzemeler bulunan akvaryumlarda, su hacminin tam olarak belirlenmesi neredeyse imkansızdır. Zaten dar bir hacimde tedaviye uğraştığımızı düşünürsek, dozajlama konusunda yapılacak küçük hesap hatalarının bile başarı şansını etkileyebileceğini görürüz. Su hacmi tam olarak bilinen, malzemesiz, boş bir karantina akvaryumu kullanılması bu noktada da bize avantaj sağlar.
Karantina akvaryumunda bir ısıtıcı bulundurulması gereklidir. Birçok hastalığın tedavisinde ısının yükseltilmesi de büyük rol oynar. Ayrıca, bir hava taşı ve hava motoru bulundurulması da tavsiye edilir. Bunun sebebi, birçok ilacın yüksek oksijen konsantrasyonunda daha etkin olmasıdır.
Ecza dolabı: Tropikal balık türlerinde yaygın olarak görülen birçok hastalığa karşı, ticari firmalar tarafından üretilmiş, kolayca temin edilebilecek ilaç seçenekleri mevcuttur. Hastalıkların belirlenmesi, ilaç seçimi ve bu ilaçların kullanımı, tecrübeli akvaristler için zor değildir. Ancak yeterli deneyime sahip olmayan akvaristlerin dışarıdan yardım almaları çok daha emin bir yoldur. Yanlış ilaç kullanımı hastalıklara karşı bir fayda sağlamayacağı gibi, balık sağlığını çok daha olumsuz biçimde etkileyebilir. Bu konuda, ulaşılabilecek deneyimli hobicilerden, akvaryumculardan veya internet sitelerinden bilgi alınması izlenebilecek en uygun yoldur. Farazi biçimde kesin tanımlamalar yapmak ve marka tavsiyelerinde bulunmak yanlış olacaktır. Bu yüzden yazının bu bölümünde marka ve ilaç isimlerinden çok, hastalıkların önlenmesi için yapılabileceklerden, etkin maddelerden veya ilaçsız tedavi yöntemlerinden bahsedilecektir. Temel olarak bir akvaristin ecza dolabında bulunması gereken ilaç türleri şunlardır.
-Gram pozitif bakterilere karşı etkin ilaçlar
-Gram negatif bakterilere karşı etkin ilaçlar
-Geniş spektrumlu antibiyotikler
-Parazitlere karşı etkin ilaçlar
-Mantar ve benzeri hastalıklara karşı etkin ilaçlar
-Dezenfektanlar
-Vitaminler
Bu ilaç ve katkıların belirlenmesi ilk bakışta zor gürünebilir. Tıp veya farmakoloji konularında bilgi sahibi olmak gerektiği düşünülebilir. Ancak aslında durum bu kadar karmaşık değildir. Çünkü yukarıdaki listede yer alan hemen hemen tüm ilaçlar, akvaryum endüstrisinde isim yapmış markalar tarafından hobicilerin hizmetine sunulmuştur. Direk olarak hastalık nedenlerine yönelik, etkin formüllerle oluşturulmuş bu ilaçlar, her hobicinin kullanımına uygun şekilde tanıtılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Bu yüzden, karşılaşılan hastalığın net biçimde tanımlanması, meydana gelme sebeplerinin belirlenmesi, bu hastalığı tetikleyen olumsuz şartların ortadan kaldırılması; tedaviden çok daha önemli koşullardır. Bu koşullar sağlandığı takdirde, hastalık etkenleriyle mücadele etmek çok daha kolay olacaktır.
İlaç tedavisinde dikkate alınması gereken en önemli nokta, kullanım talimatlarına ve dozajlamaya kesin olarak uyulmasıdır. Kullanım talimatlarının dikkate alınmadığı durumlarda, hastalık iyileşmiş gibi görünse bile kısa sürede kendini tekrar etmesi, hatta çok daha güçlü biçimde balığı etkilemesi sık rastlanan bir durumdur. Ayrıca, hastalık atladıldıktan sonra, zayıf düşmüş balığın eski gücünü kazanabilmesi için faydalı olacak yöntemler de bilinmeli ve uygulanmalıdır. Bu aşama, özenli bir bakım, dikkatli gözlem ve sıkı bir diyet gerektirir.
NOT (Pratik dozajlama yöntemi): Balık hastalıklarına karşı kullanılan veya kullanılabilecek olan birçok ilaç çeşidi tablet veya kapsül formundadır. Bu tür ilaçlar genelde yüksek su hacminde kullanılmak üzere üretilmiştir (Flagyl adlı ilacın 50 litreye 1 tablet olarak uygulanması gibi...). Bu yüzden, küçük hacimli beta veya karantina akvaryumlarında kullanılmaları zor olabilir. Bazı kaynaklarda tabletlerin kırılması, bölünmesi; kapsül içinde bulunan ilacın yaklaşık ölçülerde ayrılması vb. tavsiyeler verilir. Ancak hassas ölçümler yapılmadan, göz kararı ile doğru dozajlamanın yapılması neredeyse imkansızdır. Hatalı dozajlama olumsuz sonuçlar doğurabilir. Gerekenden fazla miktarda ilaç kullanımı, balık sağlığını olumsuz etkileyebilir. Düşük dozajda kullanım ise ilacın hastalığa karşı yeterince etkin olmamasına yol açabilir. Bu yüzden pratik bir dozajlama tekniğinden bahsetmek istedim...
Bu yöntemde ölçek olarak kullanabileceğimiz küçük bir kap, ve birkaç ölçek su alabilecek daha büyükçe bir kap kullanılır. Seçilen ilacın kullanım dozu ve ilacın uygulanacağı akvaryumun hacmi tam olarak bilinmelidir. Örnek olarak 50 litreye bir tablet olarak kullanılacak bir ilaç ve 20 litrelik bir karantina akvaryumu olduğunu farzedelim. Önce büyük kaba tam 5 ölçek su doldurulur. Bir tablet ilaç bu kaptaki suda iyice eritilir ve karıştırılarak homojen bir dağılım sağlanır. Son olarak, hazırlanan bu ilaç çözeltisinden tam 2 ölçek alınarak akvaryuma eklenir. Kullanılan kapların büyüklüğü akvaryum hacmini etkileyebilecek kadar fazlaysa, akvaryuma ilaç çözeltisi eklendikten sonra tam 20 litre su olması gerektiği unutulmamalıdır.
Bu yöntem özellikle acil durumlarda fayda sağlar. Tek dezavantajı, birçok ilacın suda eritildikten sonra, zamanla etkinliğinin azalmasıdır. Böyle durumlarda dozajın tekrarı için elimizdeki çözeltiyi değil, yeni bir tablet ya da kapsül kullanmamız gerekir. Yani, örneğimizde verilen ilacın beşte üçü boşa gitmiş olur...
Betalarda yaygın olarak rastlanan bazı hastalıkları; belirtileri, tedavi yöntemleri, oluşumlarını önleyebilme koşulları ve fotoğraflarını içeren detaylı bir liste halinde inceleyelim...
DROPSY: Dropsy, betalarda sık rastlanan, ciddi ve genelde ölümcül bir hastalıktır. Yeme ilgisizlik, düzensiz yüzüş, ani, sıçramaya benzer hareketler, hızlı nefes alma gibi belirtileri vardır. İlerleyen safhalarda böbrekler iflas eder ve vücuttan yeterli su atılamaz. Fazla su, pul keselerine, gövde boşluklarına ve gözlerin arkasındaki boşluklara dolar. Vücutta şişme, pullarda kabarma ve gözlerde dışarı doğru fırlama görülür.
Oluşum sebebi kesin olarak tespit edilememiştir. Bir teoriye göre, böbreklere yerleşen bir bakterinin bu organı tahrip etmesi sonucu, süzülemeyen sıvılar vücutta birikerek yayılır ve diğer iç organları da iş göremez hale getirirler. Bir diğer teori ise, su şartlarında oluşan ani değişiklikler, nitrat ve amonyak seviyesinin yüksek olması, aşırı yemleme, aşırı stres gibi olumsuzluklar yüzünden oluştuğudur. Balık bu olumsuzluklar yüzünden zayıf düşer ve bakteriyel hastalıklarla karşı karşıya kalır. Oluşan enfeksiyonlar vücutta sıvı birikmesine ve bu sıvıların iç organları tahrip etmesine neden olur. Aşağıdaki fotoğraflarda, dropsy'nin en belirgin semptomlarından olan şişmiş karın ve kabarmış pullar net biçimde görülebilir.
Dropsy tedavi edilmesi oldukça zor olan bir hastalıktır. Hastalığın görülebilir belirtileri farkedildiğinde, iç organların geri dönülmez biçimde etkilenmiş olması yüksek bir ihtimaldir. Bu yüzden hasta balığın kurtulabilme şansı çok düşüktür. Erken teşhis ve tedavi imkanı varsa, Flagyl 500 mg gibi "Metronidazol" içeren ilaçlarla uygulanacak tedavi işe yarayabilir. Bu tedavide, 50 litre su için bir tablet Flagyl eritilerek suya eklenir. 24 saat sonra, % 50 oranında su değişimi yapılarak aynı doz tekrarlanır. Üç günlük tedaviden sonra balıkta iyileşme gözlenmiyorsa, balık ilaçsız suya alınarak tedavi en başından bir kez daha tekrarlanır. Bazı kaynaklarda, Tetracycline, Kanamycin sülfat veya geniş spektrumlu antibiyotik tedavileriyle olumlu sonuçlar alındığı belirtilmiş. Büyük boyutlu balıklarda, bazı serum ve ilaç karışımlarının balığa sırttan enjekte edilmesi ve biriken sıvıların drenaj yöntemiyle vücuttan alınması da, alternatif bir tedavi metodu olarak önerilmiş. Ayrıca, Epsom tuzu (sulandırılmış magnezyum sülfat, MgSO4.7H2O) kullanımının, balıkta meydana gelen şişkinliği giderdiği, ancak hastalığı iyileştirmediği belirtilmiş. (Epsom tuzunun, sülfat içermeyen ilaçlarla birlikte kullanılmaması gerekir.) Hasta balığa verilecek yemlerin önceden ıslatılarak yumuşatılması da, sindirim sisteminin daha rahat çalışabilmesi amacıyla tavsiye edilebilir.
Dropsy, genel olarak fırsatçı bir hastalık görünümündedir. Zayıf düşmüş, yaralanmış veya kötü şartlarda yaşayan balıklarda daha sık görülür. Ayrıca, genelde diğer bakteriyel hastalıklarla aynı anda veya bunların ardından, güçsüz düşmüş balıklarda ortaya çıkar. Bu yüzden oluşmasını engellemenin en iyi yolu, akvaryum şartlarını olabildiğince iyi durumda tutmak ve ani değişiklikleri önlemektir. Düzenli ve çeşitli yemleme, uygun sıcaklık, temiz su gibi faktörler, betanızın bu hastalıktan korunmasında önem kazanır. Eğer betanızda dropsy belirtileri görülüyorsa, düşük de olsa tek şansınız, erken ve agresif bir tedavi uygulamanızdır.
KABIZLIK: Betalarda sıkça görülen bir rahatsızlıktır. Devamlı tek yönlü beslenme ve lifli besin eksikliği yüzünden oluşur. Ayrıca yaşı ilerlemiş betalarda normal bir durum olarak karşımıza çıkabilir.
Farkedilmesi kolaydır. Düzensiz dışkılama; anüsde asılı kalan, normalden daha kalın dışkı, yeme ilgisizlik, balığın hiç dışkı çıkarmaması ve yem yememesi, karın bölgesinde belirgin bir şişliğin oluşması; ilerlemiş durumlarda renk solması en belirgin semptomlardır. Uzun süreli kabızlık yüzme kesesi düzensizliklerine de sebep olabilir. Bu yüzden bu rahatsızlığın belirtileri ile karşılaşıldığında ilk yapılması gereken, balığın kabız olup olmadığının belirlenmesidir. farkedilmesi ve tedavisi kolay bir hastalık olmasına karşın, eğer zamanında müdahale edilmezse balığın ölümüne sebep olabilir.
Tedaviye başlamadan önce, balığın bir karantina akvaryumuna alınması gerekir. Kabızlık bulaşıcı değildir, fakat tedavisi esnasında yem alma ve dışkılamanın gözlenebilmesi önem kazanır. Bu yüzden zemini çıplak bir karantina akvaryumu gereklidir.
Balık karantina tankına alındıktan sonra iyi gözlenmeli ve rahatsızlığın kabızlık mı, dropsy veya SBD mi olduğu belirlenmelidir. Eğer SBD (yüzme kesesi düzensizliği) ise su derinliği 10-12 cm.ye kadar düşürülür. Bu sayede hayvanın hava alabilmesi ve yeme ulaşması kolaylaşır.
Birçok balık türünde kabızlık tedavisi oldukça kolaydır. Balığın, haşlanmış ıspanak / bezelye veya lifli pul yemlerle beslenmesi çoğu zaman yeterli olacaktır. Ancak betalarda kabızlık tedavisi biraz daha zordur. Çünkü betanın bitkisel besinlere veya pul yemlere ilgi göstermesi çok küçük bir ihtimaldir. Hastalık erken teşhis edilirse, öğün sayısının ve yem miktarının azaltılması; eğer devamlı aynı tür yemler kullanılıyorsa, farklı özellikte yemlere geçilmesi fayda sağlayabilir. İyileşme görülünceye kadar, az ve çeşitli yemlemeye devam edilir. Ancak, eğer hastalık ilerlemişse biraz daha kapsamlı bir tedavi süreci gereklidir. Bu aşamada parafin veya badem yağına batırılmış granül yemler kullanılabilir. Başlangıçta bu yemler çok az miktarda verilir ve balığın yemi alıp almadığı gözlenir. Yenilmeyen parçalar akvaryumdan uzaklaştırılır. Birkaç gün bu şekilde devam edilir ve balığın dışkılaması gözlenir. Balık tamamen normale döndüğünde normal yemlemeye geçilebilir.
Bir diğer yöntem ise balığı bitkisel yemler almaya zorlamak olabilir. İlk adımda yemleme tamamen kesilir. Balığın aç bırakılması tehlikeli gibi görünebilir. Fakat, betaların uzunca bir süre yem almadan yaşayabilecekleri ve kabızlığın balık beslendiği sürece daha tehlikeli bir hal alacağı unutulmamalıdır. Birkaç günün ardından balığa, uygun büyüklükte kesilmiş parçalar halinde bezelye veya ıspanak verilir. Bu aşamada, yemlerin ilgi çekici görünmesini sağlamak için biraz uğraşmak gerekebilir. Örneğin hafif ince uzun kesilen parçaların, canlı yemlermiş gibi yüzeyde dolaştırılması veya bir pens yardımıyla suda hafifçe sallanması yarar sağlayabilir. Eğer balık bu yemleri almaya başlarsa, geriye sadece gözlemek ve normal dışkılamaya başlamasını beklemek kalacaktır.
Yemleme metodlarıyla tedavi başarılamazsa uygulanabilecek bir yöntem de Epsom tuzu banyosudur. Bu yöntemde, farklı bir kaba litreye yaklaşık bir çay kaşığı kadar Epsom tuzu eklenir. Balık bu suda 15-20 dakika süreyle bırakılır. Kaya tuzu veya mineral tuz yerine Epsom tuzu kullanılmasının sebebi, zaten şişkin durumda olan balığın daha fazla su absorbe etmesinin önlenmesidir. Banyo esnasında, balığın normalde durduğu tankta uygun şartlardaki temiz suyla değişim yapılması yararlı olur. Tuz banyosu, balıkta meydana gelen şişkinliği giderecektir. Eğer sonuç alınamazsa banyo iki günde bir tekrarlanabilir.
Kabızlığın önlenebilmesi için, iyi dengelenmiş, zengin bir menü gereklidir. Balığın yüksek proteinli ve yağlı yemlerle olduğu kadar, lifli temel yemlerle de beslenmesi faydalı olur. Sürekli olarak canlı veya dondurulmuş yemlerle beslenen balıkların haftada bir gün aç bırakılması da yararlı bir yöntemdir. Bu sayede balığın sindirim ve boşaltım sistemleri düzene girer ve daha rahat çalışabilecek duruma gelir.
YÜZME KESESİ DÜZENSİZLİĞİ: Yüzme kesesi hakkında, yazının "Anatomi" bölümünde de bilgi verilmiştir. Bu organ gaz dolu bir kesedir ve vücudun arka kısmında bulunur. Çalışma prensibi, SCUBA dalgıçlarının kullandığı BCD (buoyancy control device = batmazlık / yüzerlik kontrol ünitesi) ile benzer niteliktedir. Eğer bir dalgıç daha fazla batmadan, bulunduğu seviyeyi korumak isterse, bu üniteyi hava ile doldurur. Eğer alçalmak, daha derin seviyeye inmek isterse biraz hava tahliye eder. Yüzme kesesinin çalışma sistemini kafamızda canlandırabilmek için, bu ünite ideal bir örnektir. Ama balıklarda biraz daha karmaşıktır.
Eğer balık gitmek istediği yöne dönmek için normalden daha fazla çaba harcıyorsa, dibe batmakta veya yüzeye çıkmakta zorluk çekiyorsa; bu yüzme kesesi düzensizliği veya yüzme kesesi hastalığının belirtisi olabilir. Bu hastalık, canlı doğuran ve japon balığı türlerinde daha yaygındır, ama betalarda da arada sırada görülür.
Betalarda, genelde fazla yemleme yüzünden ortaya çıkar. Çok fazla miktarda yemleme yapmak ya da sürekli olarak düşük nem oranına sahip yemlerle beslemek, karın kısmında normalin üstünde basınca sebep olur. Çünkü kuru yemler balığın sindirim sistemine alındıktan sonra su alarak şişer. Bu da, betanın yüzme kesesindeki gaz miktarını ayarlayabilme yeteneğini olumsuz etkiler. Balık normal biçimde yüzemez hale gelir. Karın kısmındaki şişkinlik de zaten fazla yemlemeyi belli eder. Bu durumu düzeltebilmenin en kolay yolu, balığın birkaç gün aç bırakılmasıdır. Bu sayede karındaki fazla yem atılır ve balık yüzme kesesini normal biçimde kullanmaya başlar. Balık normale döndükten sonra, verilen yem miktarı ve yemleme sıklığının yeniden gözden geçirilmesi gerekir. Ayrıca, eğer sürekli kuru yemlerle besleniyorsa, yemlerin balığa verilmeden birkaç dakika önce ıslatılması ve şişerek azami boyutlarına gelmesi faydalı olur. Bu sayede balığın sindirim sisteminin zorlanması da engellenebilir.
Betalar, şişkinliğe ve kabızlığa eğilimlidir. Bu yüzden, diyetlerinde canlı veya dondurulmuş yemlerin kullanılması, beslenme yüzünden meydana gelebilecek rahatsızlıkların engellenmesine yardımcı olur.
Aynı hastalık belirtilerine, yüzme kesesinde meydana gelen bakteriyel enfeksiyonlar da sebep olabilir. Eğer balığı aç bıraktığımız iki ya da üç günün ardından normale dönmemişse, ilaç tedavisine başlanmalıdır. Tedavide, dahili bakteriyel enfeksiyonlara karşı etkili, geniş spektrumlu antibiyotikler kullanılabilir. Ancak, antibiyotik kullanımının betanın strese girmesine sebep olabilecek bir uygulama olduğu unutulmamalıdır. Rahatsızlığa bakteriyel enfeksiyonun sebep olduğu kesin olarak belirlenmedikçe bu tür ilaçların kullanılması tavsiye edilmez. Bu noktada, enfeksiyonun sebep olacağı diğer etkiler de gözlenmelidir. Bunlar halsizlik, renk kaybı, yeme ilgisizlik, deride meydana gelen kızarıklıklar olabilir.
Yüzme kesesi düzensizliği ölümcül bir hastalık değildir. Bazı vakalarda, balık hiçbir zaman tam olarak iyileşemez ve yüzme güçlüğü kalıcı bir hal alır. Yüzeyden hava almayı ve beslenmeyi becerebildiği sürece balık hayatına devam edebilir. Böyle durumlarda, ayrı bir akvaryumda, tek başına bakılması daha uygun olacaktır. Bu sayede diğer balıkların tacizlerinden korunur ve yem almakta güçlük çekmez. Bulnduğu akvaryuma bir miktar su üstü bitkisi eklemek, su yüzeyinde dinlenebileceği alanlar sağlayarak strese girmesini de engeller.
En yaygın belirtileri, yüzgeç dokusunun hızlı biçimde bozulması ve kaybı, yüzgeç uçlarında kanlanma ve yüzgeç kenarlarında siyahlaşmadır. Ayrıca, genç bireylerde yüzgeçlerin şeffaf ve dayanıksız biçimde uzaması, yüzgeçlerde meydana gelen küçük delikler ve uçlarda oluşan yırtılmalar da bu hastalığın belirtisi olabilir. Koyu renkli betalarda bu belirtiler daha zor farkedilir. Bu belirtilerle karşılaşıldığında, su parametreleri kontrol edilmeli ve hastalığın kaynağı bulunmalıdır. Başarılı bir tedavi için hastalığa neyin sebep olduğunu belirlemek çok önemlidir. Amonyak, nitrit, nitrat, pH ve sıcaklık kontrol edilmeli, olumsuz koşullar iyileşitirilmelidir. pH değerinin nötr seviyelerin üzerinde olduğu alkali su değerlerine sahip akvaryumlarda, amonyak ve nitrit gibi zehirli maddelerin kontrolü daha fazla önem kazanır. Çünkü bu şartlarda beta için daha tehlikeli olurlar. Eğer beta kuyruk ve yüzgeç çürümesi belirtileri gösteriyorsa, su değişimleri sıklaştırılmalı ve gerekli görülürse amonyak ve nitrit bağlayıcı maddeler kullanılmalıdır.
Eğer rahatsızlık başlangıç aşamasında farkedilirse, yani yüzgeçteki etkilenme düşük oranlardaysa, temiz su ve dikkatli gözlem yeterli tedaviyi sağlar. Su şartlarında hastalığı tetikleyecek unsurların ortadan kaldırılması gerekir.
Eğer hastalık erken teşhis edilemezse veya ilk aşamalarda durdurulamazsa, ilaç tedavisi yoluna gidilmesi gerekir. Gram-negatrif bakterilere karşı etkili bir antibiyotik kullanımı, genelde sonuç verir. Minocycline, tetracycline, kanamycin veya benzer bir geniş etkili antibiyotik kullanılabilir. Ancak, hastalığın asıl sebebi belirlenmediği ve bu sebep ortadan kaldırılmadığı sürece, hiçbir tedavi yeterince etkili olmayacaktır. Çünkü kuyruk çürümesi kolayca tekrarlayabilen bir hastalıktır.
Tedavide başarı sağlandığı takdirde, kuyruk veya yüzgeç rejenerasyonu aşamasında balığa biraz destek sağlamak faydalı olacaktır. Bu aşamada temiz su, dikkatli gözlem ve vitamin takviyeli düzenli bir diyet büyük fayda sağlar.
Yeni yüzgeç oluşumu oldukça hassas bir süreçtir ve bu aşamada yüzgeç çürümesi tekrar edebilir. Ayrıca, bazı durumlarda yüzgeçler eski biçimini koruyamaz ve yer yer kıvrılmalar görülür. Bu durumun balığa herhangi bir zararı yoktur, yüzmesini veya diğer davranışlarını etkilemez. Tek olumsuz sonuç, betanın eskisi kadar güzel bir biçime sahip olmaması olacaktır.
GÖZ FIRLAMASI: Göz fırlaması bakteriyel bir hastalıktır. Genel olarak kalitesiz, uygun olmayan su şartları sebebiyle oluşur. Ayrıca, göz ve çevresinde meydana gelen, mantar benzeri rahatsızlıklar veya yaralanmalar sonucu bölgede oluşan enfeksiyonlar sebebiyle de ortaya çıkabilir. Bu yüzden, benzer rahatsızlıklardan sonra, balık tedavi edilmiş görülse bile gözlenmesi ve gerekirse ilaç tedavisine devam edilmesi faydalıdır. Temel belirtisi, gözün yuvasından dışarı çıkmaya başlamasıdır. Eğer zamanında müdahale edilmezse, göz tamamen yerinden çıkabilir ve hatta düşebilir. Göz fırlaması ölümcül bir rahatsızlık değildir. Göz düşse bile balık yaşamına devam edebilir. Ancak, göz çevresinde oluşan enfeksiyonun yayılma ve diğer organları da tehdit etme riski vardır.
Uygun şartlar oluşturulduğunda ve tedavi yapıldığında, göz normale dönecektir. Tedavisi için, öncelikle balık karantinaya alınmalıdır. Göz fırlaması bulaşıcı bir hastalık olmasa da, tedavi sürecinde hem balığın daha güvenli bir ortamda olmasına hem de tedavi sürecinde ilaç kullanımı ve su şartlarının belirlenmesine yardımcı olur. Eğer balık zaten izole bir akvaryumdaysa ve tedavi bu akvaryumda uygulanacaksa, ilk etapta büyük çaplı bir su değişimi yapılması ve suyun uygun koşullara getirilmesi yararlı olur.
Göz fırlaması bakteriyel bir rahatsızlık olduğundan, antibiyotik kullanımı yeterli olur. Tedavi sürecinde ve sonrasında suyun temiz tutulması önemlidir.. Oluşumunun engellenmesi çok kolaydır; suyun uygun şartlarda ve temiz tutulması yeterlidir. Akvaryum suyuna düşük miktarda tuz eklenmesi de oluşumunu engelleyebilir. Ancak, temiz su kesinlikle önemlidir. Yüzgeç çürümesi ve göz fırlaması, betanızın bulunduğu akvaryumun gerektiği kadar temiz olmadığının en belirgin işaretleridir.
BEYAZ BENEK: Bu hastalığın sebebi, birçok yabancı kaynakta kısaca 'ich' veya 'ick' olarak tanımlanan, tam ismi Ichthyophthirius multifiliis olan tek hücreli bir parazittir. Çıplak gözle rahatça görülebilen, yaklaşık 0,5-1 mm boyutlu beyaz noktacıklarla kendini belli eder. Su şartlarında, özellikle de sıcaklıkta meydana gelen ani değişiklikler, karantinada tutulmadan akvaryuma eklenen canlılar, beslenen türlerin tolere edebileceğinden daha düşük su sıcaklığı vb. etkiler yüzünden ortaya çıkar. Kesin olmamakla birlikte yaygın biçimde kabul görmüş olan bir teoriye göre, beyaz beneğe sebep olan bakteri, tüm akvaryumlarda mevcuttur. Ancak olumsuz şartlar oluşmadığı sürece balıkları etkilemesi söz konusu değildir. Son derece bulaşıcı bir hastalıktır. Önlem alınmadığı takdirde akvaryumdaki tüm balıklara bulaşır ve ölümlere sebep olabilir.
Tedavisi basittir. Piyasada bu hastalığa karşı üretilmiş olan hemen hemen tüm ilaçlar kullanılabilir. Ancak kullanım talimatlarına, özellikle de dozajlamaya dikkat edilmelidir. Genelde bu ilaçların içeriğinde metilen mavisi, malachit yeşili veya bakır bazlı kimyasallar kullanılır. Bu maddeler doz aşımı gibi durumlarda balıklar için zehirli olabilir. Ayrıca, bitkilere ve omurgasızlara da zarar verebilecek maddelerdir. Bu yüzden, tedavinin karantina tankında yapılması veya etkilenebilecek canlıların tedavi sürecinde ayrı bir akvaryumda tutulması uygun olur.
Tavsiye edilmemekle birlikte, zorunlu kalınan durumlarda ilaç kullanmadan da tedavi sağlanabilir. Bunun için önce su sıcaklığı betanın tolere edebileceği düzeyde yükseltilir (tercihen 30-32ºC). Bunu yaparken, ani değişimlerin balığa zarar verebileceği; kademeli biçimde, günlük en fazla 2ºC'lik artışlarla uygun seviyenin sağlanması gerektiği unutulmamalıdır. Sıcaklığın yükseltilmesi, parazitin yaşamsal faaliyetlerini hızlandırır ve daha çabuk olgunlaşarak balıktan ayrılmasını sağlar. Yetişkin parazit, bölünerek çoğalmak üzere bir kist oluşturur ve bu kist akvaryum zeminine çöker. Tam olarak bu aşamada dikkatli biçimde yapılan dip çekimi ve yüksek oranlı su değişimi ile parazitlerin büyük kısmı akvaryumdan uzaklaştırılır. Akvaryum içinde bir miktar parazit kalsa da, yüksek sıcaklıkta fazla etkili olmazlar ve zayıf düşmemiş, sağlıklı balıklar için bir tehlike oluşturmazlar. Su değişimini izleyen birkaç gün, sıcaklık sabit tutulur ve akvaryum dikkatle gözlenir. Hastalık belirtileri görülmüyorsa, sıcaklık yine kademeli düşüşlerle normal seviyesine indirilir.
Beyaz benek hastalığının önlenmesi için, su şartlarında meydana gelebilecek ani değişimlerden kaçınılması gerekir. Özellikle sıcaklıkta meydana gelen ani düşüşler bu hastalığı tetikler. Ayrıca, akvaryuma sonradan eklenecek tüm balık ve diğer canlıların, bir süreliğine karantina altında tutulması hastalığın dışarıdan akvaryuma geçişini engeller.
KADİFE (OODİNİUM): Kadife veya Piscinoödinium veya Oödinium pilularis, hem tatlısu hem de tuzlusu akvaryumlarında sıkça görülen, tehlikeli bir hastalıktır. Bu parazit oldukça fırsatçıdır. Sıcaklık dalgalanmaları, düşük su kalitesi veya strese sebep olabilecek diğer faktörler yüzünden hassaslaşmış ve parazitlere karşı savunmasız kalmış balıklara saldırır..
Kadife paraziti, tıpkı beyaz benek paraziti gibi tek hücreli bir canlıdır. Ancak aynı zamanda yapısında klorofil içerir ve fotosentetiktir. Yani bir alg tipi olarak da düşünülebilir. Stres yüzünden zayıf düşmüş balıklara saldırır. Genelde solungaç kısmına veya kuyruk ve yüzgeçlere tutunur. Tutunduğu noktada beslenmeye ve balık hücrelerini öldürmeye başlar. Tedavi edilmediğinde sonuç büyük olasılıkla ölümdür. Fiziksel olarak, altın veya pas rengi ya da sarı noktacıklar halinde görünür. Beyaz beneğe oranla çok daha küçüktür, bu yüzden farkedilmesi de zor olur. Hastalık ilerledikçe, balık una bulanmış gibi görünüm alır. Yer yer ölü deri hücreleri dökülmeye ve bölgesel açıklıklar belirmeye başlar.
Çok dikkatli incelenmediği takdirde, erken safhalarında görülmesi çok zor olan bir hastalıktır. Bu yüzden diğer bulgulardan yararlanılarak teşhis edilmesi daha kolaydır. Balık sürekli olarak kuma veya dekor malzemelerine sürtünmeye başlar. Aslında bu belirti birçok dış parazitte görülür. Balık, vücuduna yerleşen parazitlerden kurtulabilmek için bu yolu dener. Kadife hastalığında, sürtünmenin yanısıra; uyuşukluk, iştahsızlık, nefes almakta zorlanma ve kısık yüzgeçler gibi belirtiler görülür.
Balık üzerinde geçen kısa bir sürenin ardından, olgunlaşan parazitler balıktan ayrılır ve serbest yüzme evresine geçerler. Bu aynı zamanda birçok kez bölünerek çoğaldıkları evredir. Balık bir süre için iyileşmiş gibi görünür ama gerçekte, çok daha fazla sayıda parazit oluşmakta ve balığa saldırmaya hazırlanmaktadır.
Parazitin bir konakçı olmaksızın geçirdiği bu dönem, tedavi için kullanılacak ilaçlara karşı en hassas olduğu dönemdir.
Erken teşhis edilebilirse tedavisi zor değildir. İlk olarak, eğer karma bir tankta tutuluyorsa hasta balığın bir karantina tankına ayrılması gerekir. Kadife, çok bulaşıcı bir hastalıktır ve hasta balığı karma akvaryumda bırakmak diğer balıkları da riske atar. Önemli bir nokta da, oodinium tedavisinde kullanılan ilaçların, bazı balık türleri, omurgasızlar ve bitkiler için zehirli olabileceğidir. Ayrıca, ilaç tedavisine başlamadan önce filtre malzemelerinin çıkarılması ve filtrenin boş olarak çalışmaya başlaması sağlanır. Bu sayede kullanılan ilaçların sudan hızla uzaklaştırılması engellenir. Sonraki adım yavaşça sıcaklığı arttırmaktır. Hasta balığın strese girmesini engellemek için, sıcaklık değişimlerini günde en fazla 2°C düzeyinde yapmak gerekir. Bu şekilde, sıcaklık 28-30°C'ye kadar yükseltilir. Daha yüksek düzeyde sıcaklık dalgalanmaları hassas balığa daha fazla zarar verebilir.
Daha sonra ilaç tedavisine başlanabilir. Kullanılan ilaçlar genelde bakır sülfat içerir. Bu madde oodinium parazitine karşı çok etkilidir. Terdavi süresince akvaryumda ışıkların kapalı tutulması da iyileşme sürecini hızlandıracaktır. Bu yolla kadife parazitinin fotosentez yapması engellenir ve güçsüz düşmesi sağlanır.
Piscinoödinium parazitlerinin akvaryumunuzu istila etmesini engellemek için alabileceğiniz basit tedbirler vardır. Öncelikle, yeni aldığımız balıkların mümkün olduğu kadar uzun bir süre karantinada tutulduktan sonra karma tanka eklenmesi gerekir. Sürekli olarak suyu temiz ve su şartlarını yakın düzeyde tutabilmek de önemlidir. Ani sıcaklık ve pH dalgalanmaları, özellikle kaçınmamız gereken durumlardır. Gerekenden fazla miktarda su değişimi ve değişim için farklı nitelikte sular kullanmak balıkları riske atar. Betamız için çeşitli yemlerden oluşan bir menü ve dengeli bir beslenme diyeti oluşturabilmek, balığın hastalıklara karşı daha dirençli olmasını sağlar.
Yüzgeçler, ağız ve göz çevresi veya vücut üzerinde ortaya çıkar. Beyaz, gri veya şeffaf; pamuksu oluşumlar görülür. Balık hareketsizleşir, yeme ilgisi azalır. Bakteri, kolonileştiği noktalarda vücuda saldırır ve beslenmeye başlar. Zamanla pamuksu görünümlü alanlar genişler. İlerleyen aşamalarda, pullarda erime, deri üzerinde yer yer kızarma veya kahverengileşme görülür. Hatta enfeksiyonlu, açık yaralar bile oluşabilir.
Columnaris, oldukça bulaşıcı bir hastalıktır. Balıklar arası temasla hızla yayılabilir. Bu yüzden herhangi bir belirti görüldüğü anda hasta balık ayrılmalı ve bir karantina tankında tedaviye başlanmalıdır. Ayrıca bu süreçte ana tankın da dikkatlice gözlenmesi ve hastalanan başka balık olmadığından emin olunması gereklidir.
Zor tedavi edilebilen bir hastalıktır. Bu yüzden karantina tankında mümkün olduğunca hızlı biçimde ilaç tedavisine başlanmalıdır. Sıcaklığın yükseltilmesi, bakterilerin yayılmasını yavaşlatır. Bu yüzden sıcaklığın kademeli olarak 28-30ºC'ye yükseltilmesi gerekir.
Flexibacter türü bakteriler, çubuk şekilli, gram-negatif bakterilerdir. Bu yüzden tedavide gram negatif bakterilere karşı etkili olan veya geniş spektrumlu antibiyotiklerin kullanılması faydalıdır. Kanamycin sülfat, Tetracycline, Nitrofurazone tedavide kullanılabilecek etkin maddelerdir. Ayrıca, Oxytetracycline emdirilmiş yemlerle beslenen balıklarda da iyileşme gözlenmiştir. Ancak, yeme ilgi göstermeyen veya hastalığın ağız kısmında görüldüğü balıklarda bu tedavi zor bir seçenek olacaktır.
Columnaris, genelde suda amonyak veya nitrit bulunması gibi kalitesiz su koşulları sebebiyle ortaya çıkar. Yetersiz su değişimleri, çürüme veya kapasitenin üzerinde nüfusa sahip tank yüzünden sürekli yükselme eğiliminde olan nitrat düzeyi de bu hastalığın ortaya çıkmasında etkili olur. Bu maddelerin sudaki varlığı kolay anlaşılmaz, çünkü renksiz ve kokusuz maddelerdir. Tek yol suyu test etmektir. Ani pH ve sıcaklık dalgalanmaları, diğer balıkların tacizleri gibi strese sebep olan faktörler de, betanın bağışıklık sistemini güçsüzleştirerek bu hastalığa sebep olabilir. Ayrıca, düşük oksijen seviyeleri de columnaris bakterilerinin gelişmesini tetikler. Bu yüzden, özellikle kalabalık akvaryumlarda havataşı kullanımı bu riski azaltır.
Tüm bu özelliklerden yola çıkarak, columnarisi engelleyebilmek için alabileceğimiz bazı tedbirler vardır. Öncelikle ani değişikliklerden ve yüksek oranlı su değişimlerinden kaçınmamız gerekir. Tank kapasitesinin iyi belirlenmesi ve buna uygun sayıda balık seçilmesi; yemleme miktarına ve aşırı yemleme yapılmamasına dikkat edilmesi columnaris riskini azaltacaktır. Yeni alınan balıklar için bir karantina akvaryumu kullanılması da birçok hastalığın akvaryuma girişini engeller.
ÖNEMLİ NOT (Antibiyotiksel direnç): Antibiyotiksel direnç, dünyanın her yerinde akvaristlerin karşısına çıkan bir problemdir. Bakteriler evrimleşerek kendilerine karşı kullanılan antibiyotiklere karşı daha yeni ve dirençli nesiller geliştirir. Flavobacterium columnare, evrimleşen bu bakterilerin bir örneğidir. Tehlikesiz olanlardan, çok dayanıklı ve öldürücü olanlara kadar farklılaşan yeni flexibacter kuşakları tanımlanmıştır. Ve en tehlikeli olanlardan birinin akvaryumlarda görüldüğü rapor edilmiştir. Bu bakteri, balığı 24 saatin altında bir sürede öldürmekte ve kesinlikle tedavi edilememektedir.
Akvaryumlarımızda da, kullandığımız ilaçlara daha dirençli, daha güçlü ve tehlikeli bakteri nesilleri ortaya çıkması mümkündür. Bunu önleyebilmek için, her zaman ilaçların kullanma talimatlarına uygun olarak hareket edilmelidir. Ayrıca, betamız ilaca karşı tehlikeli olabilecek bir tepki göstermediği sürece, öngörülen tedavi süreci boyunca ilaç kullanımı durdurulmamalı veya farklı bir ilaca geçiş yapılmamalıdır. Örneğin gereken dozajın altında kullanım, bazı bakterilerin canlı kalmasına ve ilaca karşı bağışıklık geliştirebilmesine sebep olabilir. Hasta balık her zaman ayrı bir tanka alınmalı ve tedavi ana tanktan izole bir biçimde, burada yapılmalıdır. Asla sağlıklı balıklara ilaç verilmemelidir.
ZEHİRLENMELER: Balıklar, hayatlarının tamamını suda geçiren canlılardır. Bu yüzden, biz insanlar için hava sıkça rastlanan ve ani ölümlere sebep olan iki ana zehirlenme sebebi vardır.
Bunlardan ilki suda amonyum ve amonyak bulunmasına bağlı olarak ortaya çıkar. Bu kimyasallara karşı tüm balık türleri çok hassastır. Fazla yemler, balık dışkıları, ölü balıklar, kopan bitki parçaları vb. organik atıklar bu maddelerin oluşumunu tetikler. Ayrıca, akvaryumda oksijen dengesinin sağlanamaması, yetersiz filtrasyon, azot çevriminde görev alan bakterilerin kolonileşememesi, yüksek pH gibi etkiler de tehlikeyi arttırır. Yeni kurulan ve biyolojik döngüsü sağlanmamış akvaryumlarda bu zehirlenmelere daha sık rastlanır.
Zehirlenmelere ve buna bağlı rahatsızlık ve ölümlere yol açan diğer maddeler ise klor ve kloramindir. Klor, şebeke sularının dezenfektasyonu için kullanılan bir maddedir. Uçucu bir gazdır. Bu özelliği sayesinde, kullanılacak suyun bir süre dinlendirilmesiyle uzaklaştırılabilir. Dinlendirme sürecinde suyun bir hava taşı yardımıyla havalandırılması veya su yüzeyinin düzenli biçimde hareketlendirilmesi bekleme süresini kısaltacaktır. Kloramin ise çok daha tehlikeli ve bertaraf edilmesi zor bir maddedir. Şebeke sularındaki klorun, suda bulunan amonyak veya amonyumla tepkimesiyle ortaya çıkar. Dinlendirme, havalandırma gibi yöntemlerle uzaklaştırılamaz. Piyasada satılan, klor ve kloramin bağlayıcı kimyasalların kullanılması gerekebilir.
Her iki zehirlenmenin de belirtileri hemen hemen aynıdır. Balık devamlı su yüzeyinde dolaşır. Ani, sıçramaya benzer hareketlerle yüzer veya sürekli hareketsiz kalır. Zehirleyici maddelerin sudaki yoğunlukları yüksekse, ani ölümler veya dokularda bozulma meydana gelir. Amonyak veya kloramin yanıkları olarak ifade edilen bu deformasyonlar, genelde en hassas bölgeler olan gözlerde ve solungaçlarda görülür. Daha uzun süreli durumlarda; deri üzerinde, solungaç kapaklarında ve yüzgeçlerde tahriş olmuş, kızarmış veya normal yapısını yitirmiş bölgeler göze çarpar.
Zehirlenmelerin önlenebilmesi için uyulması gereken ilk ve en temel kural, özellikle akvaryumun kurulum aşamasında sabırlı davranılmasıdır. Balıklar hiçbir zaman doğrudan şebeke suyuna koyulmamalı, akvaryumda biyolojik döngü sağlanmadan balık eklenmemelidir. Daha önce kurulmuş, dengesi sağlanmış bir akvaryumdan alınacak suyun ve filtre malzemelerinin kullanımı döngünün oluşumunu hızlandıracaktır. Ayrıca su hazırlayıcılar ve
Akvaryumda biyolojik döngü tam olarak sağlansa bile, mevcut dengenin korunmasına ve zehirlenmelerin önlenmesine yönelik bazı tedbirler alınması gereklidir. Bunları maddeler halinde sıralamak gerekirse;
• Akvaryum hacmine uygun balık türleri seçilmeli ve balık sayısı gerekenden fazla olmamalıdır.
• Akvaryum hacmine ve balık yüküne uygun bir filtrasyon sistemi sağlanmalıdır.
• Kullanılan filtreler, periyodik olarak temizlenmeli ve mekanik pislikten arındırılmalıdır.
• Filtrede kullanılan, belirli bir kullanım ömrüne sahip malzemeler, düzenli aralıklarla yenilenmeli veya rejenere edilmelidir.
• Fazla yemleme yapmaktan kaçınılmalı, balıkların birkaç dakika içerisinde tüketebilecekleri miktarda yem verilmelidir.
• Düzenli periyotlarla su değişimleri yapılmalı, gerekli durumlarda dip çekimi ihmal edilmemelidir.
Betta splendens, doğada neredeyse tamamen etçil beslenen bir türdür. Beslenmeye başladığı andan itibaren sadece canlı yemlerle beslenir. Yavruyken zooplanktonlar, enfüzvuar ve küçük boyutlu omurgasız larvalarıyla beslenmeye başlarlar. Büyüdükçe menülerine birçok çeşit su omurgasızı, salyangozlar ve böcekler dahil olur. Özellikle suya düşen böcekler ve sivrisinek gibi larvalarını su yüzeyine bırakan eklembacaklılar başlıca besinlerini oluşturur. Bol bitki örtüsüne sahip, sığ sulardan oluşan doğal yaşam alanları, bu tür yemler konusunda sıkıntı yaşamamalarını sağlar. Çünkü bu doğal alan ve yaşadıkları bölgelerin iklimi, böcekler için de mükemmel bir yaşama ortamı oluşturmaktadır.
Betanın vücut yapısı da etçil beslenmeye son derece elverişli biçimde yaratılmıştır. Yukarı dönük ağız yapısı ve keskin dişler, suya düşen böceklere hiç şans tanımayacak şekilde gelişmiştir. Çeneleri böceklerin dış iskeletlerini parçalayabilecek, hatta salyangozların kabuklarını kırabilecek kadar güçlüdür. Ayrıca sindirim sistemleri ve bağırsakları da, bitkisel besinlerle beslenen balıkların aksine, oldukça kısa ve basit yapılıdır. Bu sayede, yüksek proteinli besinlerin parçalanması ve sindirimi çok daha hızlı ve kolayca yapılır.
Akvaryumlarda ise beslenmesi oldukça kolaydır. Birçok yem çeşidini kolayca kabul eder. Ama tüm balık türlerinde olduğu gibi, çeşitli yemlerden oluşan, iyi dengelenmiş bir diyet en uygunudur. Beta için kullanılabilecek yemler çok çeşitlidir. Özellikle, bulunabilecek hemen hemen tüm canlı yem çeşitlerini severek tüketirler. Ticari firmaların da betalar için özel olarak ürettiği bir çok yem çeşidi vardır. Ayrıca, sadece beta için üretilmiş olmasa da, uygun içeriğe sahip yemler de tercih edilebilir. Örneğin hazır diskus yemlerinin çoğu, betalar için de uygun seçeneklerdir. Beta için bir menü oluştururken dikkate alınması gereken en önemli nokta, tek yönlü bir beslenme düzeninden kaçınılmasıdır. Farklı yemler kullanılarak çeşitlendirilmiş bir diyet, sağlıklı bir beta için gereken en önemli noktalardan biridir.
Betanız için seçeneceğiniz yemler, temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılar nitelikte olmalıdır. Bu temel ihtiyaç maddeleri, oranları değişebilmekle birlikte, tüm balık türleri için gereklidir. Bu yüzden bu maddelerden de kısaca bahsedelim...
YAĞ: Balıklar için hazırlanacak diyetlerin yağ oranı düşük olmalıdır. Beta gibi etçil türler için bu oran % 8'i geçmemelidir. Bitkisel ağırlıklı beslenen türlerde ise, azami oran % 3 olarak belirlenmiştir. Aşırı yağ miktarı karaciğere zarar verir. Çeşitli hastalıklara ve hatta ölümlere sebep olabilir. Balıklar, memeli hayvan etlerinde bulunanlara benzer nitelikteki katı yağları sindirmekte zorlanır. Doymuş yağlar özellikle zararlıdır, bu yüzden kullanılmamalıdır. Karides türlerinde bulunan, damar sertliğini önleyici nitelikteki doymamış yağ, en kolay sindirilebilen yağ çeşididir. Bu yağ, balıklara üretim için kondisyon kazandırılmasında da çok faydalıdır.
LİF: Cüzi oranlarda kullanılan lif sindirime yardımcı olur. Ancak miktar fazla olmamalıdır. Etçil türler, lifi sindirmekte zorlanır. Bu yüzden diyetlerindeki oranı % 4'ü geçmemelidir. Bitkisel beslenen türlerde ise, balıkların sağlıklı kalabilmesi için oran % 5-10 arasında tutulmalıdır.
PROTEİN: Protein ihtiyacı balığın türüne göre değişir. Yine de, tüm balık türlerinde sağlığın korunması ve ideal gelişme için gereken temel unsurlardan biridir. Otçul türler, diyetlerinde % 15-30 oranında proteine ihtiyaç duyarlar. Etçil türler içinse oran en az % 45 olmalıdır. Yavru balıklarda sağlıklı ve normal büyüme sağlanması için % 50 ve daha fazla oranda protein içeren bir diyet gereklidir.
KARBONHİDRAT: Balıklar fazla karbonhidrata ihtiyaç duymaz. Hatta fazlasının büyümeyi olumsuz yönde etkilediği söylenir. Bunun sebebi, yemdeki karbonhidrat miktarının arttırılmasıyla, diğer besin öğelerinin miktarında zorunlu azaltmalar yapılması da olabilir. Çünkü balıklar üzerinde farklı yan etkileri olup olmadığı kesin olarak belirlenememiştir. Yine de, özellikle yavru balıkların beslenmesinde kullanılan yemlerde karbonhidrat miktarı fazla olmamalıdır. Yetişkin balıklar herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermeksizin % 40'a varan oranlarda karbonhidratı tolere edebilir.
Yemlerde bulunan karbonhidrat genelde nişasta ve türevlerinden oluşur. Bu maddeler, kullanılan diğer maddeleri bir arada tutmak ve yemin suda dağılmasını önlemek için kullanılır.
MİNERALLER: Mineraller, balıkların sağlıklı bir iskelet yapısına sahip olmasında önemlidir. Ayrıca, dişler ve pulların düzgün biimde gelişmesi için de gereklidir. Balıkların ihtiyaç duyduğu temel mineraller, kalsiyum ve fosfordur. Ayrıca, daha düşük oranlarda demir, iyodin, magnezyum, sodyum, potasyum, bakır ve çinkoya da ihtiyaç duyarlar. Yumuşak sularda kalsiyum oranı düşüktür. Akvaryumda yumuşak su kullanılıyorsa ve en önemli fosfor kaynağı olan canlı bitkiler bulunmuyorsa, bu minerallerin yemler vasıtasıyla takviye edilmesi gerekir.
VİTAMİNLER: Minerallerden farklı olarak, yemlerde bulunan vitamin miktarları oldukça değişkendir. Kuru yemlerin geneli yeterli vitamin içeriğine sahiptir. Ancak vitaminler çabuk bozulur ve bu yüzden yem bayatladıkça değerleri düşer. Yemleri buzdolabında muhafaza etmek vitamin ömrünü biraz uzatabilir. Yine de en uygun yöntem, en fazla 2-3 ayda tüketilecek miktarda yem satın almaktır. Normal bir gelişim ve balık sağlığı için ihtiyaç duyulan vitaminler, sırasıyla A, B1, B2, B3, B5, B6, B12, C, D3, E, H, K, M ve inositol'dür (inositol; kas, beyin ve kalp dokularının gelişebilmesi için gerekli bir maddedir.).
Birçok hobici, vitaminlerin balık sağlığındaki rolü hakkında yeterince bilgi sahibi değildir. A vitamini eksikliği, genç balıklarda gelişim bozukluklarına, deformasyonlara ve büyüme güçlüğüne sebep olur. A vitamini ihtiyacı, stres altındaki balıklarda daha da artar. A, E ve D3, balığın üretim için kondisyon kazanmasında önemli etkenlerdir. K vitamini, kanın pıhtılaşmasında kritik rol oynar. B1, B2 ve B6 normal büyüme için gereklidir. Belirli oranlarda B3 ve C, düzenli bir sindirim için yarar sağlar. B5 ve M, metabolizmanın sağlıklı işleyişinde rol oynar. H vitamini eksikliği, kan hücresi yapımının azalmasına sebep olur. Bu da, uzun vadede kansızlığa yol açabilir.
Yukarıda listelenen maddeler, hemen hemen tüm ticari yem paketlerinin üzerinde, yüzde oranlarıyla birlikte verilir. Paketlerin üzerinde yer alan bu listede, yem içeriğinde bulunan ve besin maddelerinin yanında göze çarpan iki değer daha verilir; nem ve kül oranları...
Bu maddeler, yemde kullanılan besin maddeleri arasında dolgu malzemesi görevi görürler. Kül, bildiğimiz anlamda kullanılmamıştır. Aslında, yem yapımında kullanılan ve kemikten elde edilen bir biyo üründür. Bu özelliği yüzünden, etçil balık türleri için hazırlanmış yem çeşitlerinde daha yüksek bir oranda kullanılır. Gerekli bazı minerallerin yanında, akvaryumda kirlilik yaratabilecek ve organik yükü arttırabilecek birçok gereksiz maddeyi de barındırır. Nem oranının fazlalığı ise, yemin raf ve kullanım ömrüyle ters orantılıdır. Bu yüzden, yem seçiminde kül ve nem yüzdelerinin düşük olmasına özellikle dikkat edilmelidir.
Beta, oldukça obur bir balık türüdür. Fazla yem verilirse, ihtiyacı olandan çok daha fazlasını tüketebilir. Bu özellikleri, doğal içgüdülerinden kaynaklanır. Doğada, bulabildikleri kadar yerler. Örneğin vahşi bir beta, kendi boyutunun neredeyse yarısı kadar olan bir böceği parçalayarak yiyebilir. Doğal ortamda bu gerekli bir özelliktir. Çünkü bir beta için, bir sonraki avın ne zaman olacağı belirsizdir. Ama akvaryumlarda bir sonraki öğünün ne zaman verileceği bellidir. Bu da uygun miktarda yemleme yapmamızı mümkün kılar.
Gerekenden az yemleme yapmak, kısa vadede tehlike yaratmaz. Çünkü beta, açlığa oldukça dayanıklı bir balıktır. Hiç yem yemeden iki hafta kadar yaşamını sürdürebilir. Uzun vadede ise balığın güçsüz düşmesine ve direncinin azalmasına sebep olur. Ancak betasıyla yeterince ilgilenen bir akvaristin bu durumla karşılaşması küçük bir ihtimaldir.
Fazla yemleme ise çok daha tehlikelidir. Balığın yağlanmasına ve buna bağlı olarak da üretim veriminin ve hayat süresinin düşmesine sebep olur. Dropsy, kabızlık gibi ölümcül hastalıklara yol açabilir. Ayrıca, dibe çöken yemler ve balığın normalden fazla olan atıkları, su kalitesinin de bozulmasına sebep olur.
Bu yüzden, uygun miktarda yemleme betanın sağlığı için çok önemlidir. Bu miktarın belirlenmesinde izlenebilecek en kolay yol, betanın ilginç anatomisinde saklıdır. Obur bir tür olarak oluşturduğu genel düşüncenin aksine, betanın midesi oldukça küçüktür. Mide hacmi, yaklaşık olarak göz yuvarlağının büyüklüğüyle aynıdır. Yani, betanın bir öğünde yemesi gereken yem miktarı ancak kendi gözü büyüklüğünde olmalıdır. Gereğinden fazla yemleme durumunda, esnek olan mide genişler ve diğer iç organlara baskı yapmaya başlar. Bu da uzun vadede birçok olumsuzluk doğurabilir. Günlük yemleme, eşit aralıklı 2-3 tekrar şeklinde yapılabilir. Balığa fazla yem verildiyse bu öğünlerden biri atlanarak durum telafi edilebilir. Eğer günde 2-3 kez yemleme imkanı yoksa, verilecek yem miktarı biraz arttırılabilir. Aşırı yemleme durumunda, özellikle de canlı yem kullanılmışsa, balığın ertesi gün aç bırakılması sindirim sisteminin rahatlaması açısından uygun olacaktır.
Beta üretiminin ilk safhası, tabi ki dişi ve erkek bireyleri ayırt edebilmek ve üremeye uygun bir çift oluşturabilmektir.
Bazı vahşi betaları ve kısa kuyruk varyetesini bir kenara bırakırsak, betalar dişi ve erkek ayrımının en kolay yapılabileceği akvaryum balıklarından biridir. Erkekler göz alıcı renklere ve uzun, alımlı yüzgeçlere sahipken, dişiler genelde daha soluk renkli ve kısa yüzgeçli olurlar. Ancak, bu bir genellemedir ve yüzde yüz olumlu sonuç vermesi beklenemez. Çünkü, özellikle son yıllarda oldukça güzel renklere sahip dişiler de üretilmeye başlanmıştır. Aşağıdaki fotoğraflarda, yarım ay, çift kuyruk ve taç kuyruk varyetelerinden dişi betalar görülmektedir.
Ayrıca, nadiren de olsa, ülkemizde kısa kuyruk betalara ya da Betta imbelis ve Betta smaragdina türlerinin bireylerine rastlanmaktadır. Bu betalarda erkek ve dişiler birbirine yakın görünümdedir ve dişi Betta splendense oldukça benzerler. Bu yüzden, karıştırılmaları kolaydır. Eğer üretim hedefleniyorsa en garantili yöntem, dişilerin yumurta noktasına sahip olup olmadığının belirlenmesidir. Anatomi bölümünde bahsettiğimiz yumurta noktası, üremeye hazır dişi betalarda rahatça farkedilebilir. Erkek bireylerin seçimi ise zaten rahatlıkla yapılabilir.
Erkek ve dişi balık belirlense de, üretim için bir süre beklemek yerinde olacaktır. Üremeye hazır görünseler bile, 10-15 günlük bir süre boyunca balıkları gözlemek ve sıkı bir diyete tabi tutmak, üretimde verimi arttıracaktır. Yapılan gözlem esnasında, balıkların herhangi bir sağlık probleminin veya anatomik deformasyonunun olmadığı belirlenir. Sağlıklı olduğundan emin olunan balıklar, canlı yemler ve protein ağırlıklı kuru yemlerle beslenerek kondüsyon kazanmaları sağlanır. Bu süre zarfında çiftleşmenin gerçekleşeceği uygun bir ortam hazırlanır.
Üretim akvaryumu hazırlanırken dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır.
• Akvaryum zemininin çıplak olması önemlidir. Kum, çakıl veya benzeri malzemeyle dolu bir zemin, çiftleşme esnasında veya sonrasında erkek balığın yumurtaları bulmasını zorlaştıracaktır. Ayrıca, yumurtadan çıkan larvalar da zaman zaman yuvadan düşerek bu malzeme içinde kaybolabilirler. Serbest yüzmeyi beceremeyen yavrularda bu olay, büyük ihtimalle ölümle sonuçlanacaktır.
• Filtrasyon genelde önerilmez. Bunun yerine, gerekli durumlarda az miktarda dip çekimi ve su değişimi ile temizlik sağlanır. Ancak, eğer gerekli olduğu hissedilirse bir pipo ya da sünger filtre kullanılabilir. Filtre, suyu olabildiğince az hareketlendirecek şekilde yerleştirilmelidir. Aksi takdirde hem yuvanın yapımı zorlaşır hem de yumurta ve yavruların yuvadan uzaklaşarak kaybolması riski artar.
• Havalandırmaya da gerek olmamakla birlikte, yuvanın bulunduğu kısma uzak bir köşede, küçük bir havataşı yardımıyla, az miktarda hava verilebilir.
• Işıklandırma, balıkları rahatsız edecek düzeyde yüksek olmamalıdır. Buna karşın, fazla karanlık bir ortam da çiftleşmeyi ve yuva bakımını zorlaştıracaktır. Bu yüzden çiftleşme için hazırlanan tankın yerleştirileceği nokta ve aydınlatma önemlidir. Direk gün ışığı almayan, ancak gündüz saatleri boyunca aydınlıktan faydalanabilecek bir nokta uygun olacaktır. Ayrıca, düşük wattlı bir lamba ile akvaryuma sürekli loş bir ışık sağlanması, özellikle çiftleşmeden sonra gerekli olacaktır.
• 26-28ºC sabit sıcaklık, üreme tankı için uygundur. Eğer sürekli bu sıcaklık değerinin sabit olduğu bir ortamda bulunmuyorsa, tankta ısıtıcı kullanılması zorunludur. Bunun için 25-50 wattlık bir ısıtıcı tankın arka camına yatay olarak yerleştirilebilir.
• Çiftleşmenin verimli olmasında su kalitesi de önemli rol oynar. Erişkin bireyler farklı su şartlarını rahatlıkla tolere edebilse de yumurta ve yavrular bu kadar dayanıklı değillerdir. Suda amonyum ve nitrit bulunmamalı, nitrat oranı ise olabildiğince düşük olmalıdır. Ayrıca, KH 4'ün altında ve pH 6,5-7,5 aralığında olursa verim yükselir.
• Yumurtaların mantarlaşması riskini azaltmak için, suya düşük dozajda antifungal kimyasallardan eklenebilir (her akvaryumcuda bulabileceğimiz mantar ilaçları kullanılabilir.).
Tüm şartlar hazırlandıktan sonra, üretim için belirlenmiş olan çift tanka alınabilir. Bu aşamada dikkat edilmesi gereken önemli bir konu da balıkların aklimatizasyonudur. Eğer imkan varsa, balıkların daha önce içinde bulundukları su kullanılmalı ya da ölçümler yapılarak üretim tankındaki su aynı değerlere getirilmelidir. Değerleri ölçme imkanı yoksa, balıklar yavaş ve dikkatli biçimde üretim tankındaki suya alıştırılmalıdır. Özellikle pH'daki ani yükselme veya sıcaklık farklılığı, balıkların üremesini engelleyebileceği gibi, sağlıklarını da ciddi biçimde tehdit eder.
Balıklar üretim tankına güvenli biçimde alındıktan sonra, bir süre dikkatle izlenmeleri gerekir. Bazen, dişi balık hazır görünüyor olsa da erkeğe ilgi göstermez ve çiftleşmeyi reddeder. Böyle durumlarda erkek, dişiyi çiftleşmeye zorlamak için hırpalayabilir ve hatta ölümüne sebep olabilir. Nadir rastlanan bazı durumlarda ise dişi saldırgan bir tutum takınır ve erkeğin yüzgeçlerini parçalayabilir. Bu yüzden, uyumsuz görünen çiftlerin bir araya konmaması ya da derhal ayrılması gerekir.
Erkek balık dişiyi gördüğünde kendine has kur dansına başlar. Rengini koyulaştırır, tüm yüzgeçlerini olabildiğince açar, sakalını gösterir ve vücuduna 'S' biçimi vererek
dişiyi etkilemeye çalışır. Aslında görünüm ve davranış olarak, rakipleriyle mücadeleye hazırlandığı anlara çok benzer. Bu aşamada eğer dişi balık da çiftleşmeye hazırsa rengi canlı bir hal alır. Erkeği izleyerek onun hareketlerine karşılık vermeye, kur dansına katılmaya başlar. Ayrıca, koyu renkli bireylerde, dikine, açık renk çizgiler görülür. Bu çizgiler dişinin çiftleşme anında salgıladığı hormonlardan kaynaklanır ve açık renk bireylerde görülmez. Yandaki fotoğrafta yer alan dişinin açık renk çizgileri rahatlıkla görülebilir. Erkek balık, bir yandan dişiyle ilgilenmeye devam ederken, diğer yandan köpük yuvayı hazırlamaya koyulur. |
Ayrıca, yuvanın özel yapısı, birçok parazit ve bakteri türünün yerleşmesine imkan tanımayarak, yavruları erken dönemde rastlanabilecek bazı hastalıklardan korur. Erkek betanın yumurtaları ve yeni çıkan yavruları daha rahat göz önünde bulundurmasına ve bir |
Köpük yuvanın da tamamlanmasıyla çiftleşme ritüeli başlar. Bu noktada dişilerin davranışları bireyden bireye farklılık gösterir. Bazıları kaçmaya ve saklanmaya çalışır gibi görünür ve erkek balığın kendilerini yuvaya gitmeye zorlamasını bekler. Ancak genelde, yuvanın bitip bitmediğini kontrol eder ve bittiğinde teslimiyetçi biçimde yuvanın altına gelerek başını hafifçe öne doğru eğer. Erkek balık dişiyi yavaşça itmeye ve ters yüzer bir hale getirmeye çalışır. Bu esnada kendisi de 'U' biçimi alarak dişiyi sarar ve 'kucaklaşma' denilen pozisyonu alırlar. İlk kez çiftleşen bireylerde bu aşama biraz zor olabilir. Balıklar, yumurtlamak için doğru pozisyonu almakta zorlanabilirler. Ayrıca, ilk birkaç kucaklaşmada çoğunlukla yumurta dökülmez. Ancak birkaç seferin sonunda dişi yumurtalarını bırakmaya başlar. Bırakılan her parti yumurta, erkek tarafından hemen döllenir. Erkek, kucaklaşmayı bırakarak hızla döner ve aşağı inmekte olan veya zemine düşen yumurtaları ağzıyla toplamaya başlar. Dişi balık bir süre daha, hareketsiz ve ters biçimde durmaya devam eder. Eğer erkek yumurtaları toplamayı ve yuvaya yerleştirmeyi bu süre zarfında tamamlarsa, çiftleşme kaldığı yerden devam eder. Ancak bazen süre uzar ve dişi canlanır. Kendine gelir gelmez erkeğin yanına inerek düşen yumurtaları aramaya başlar. Erkeğin aksine, dişi balık bulduğu yumurtaları genelde yer. Nadiren yumurtaların yerleştirilmesinde erkeğe yardımcı olur. Böyle durumlarda erkek, dişiyi yeniden yuvanın altına yönlendirir ve yumurtlama işlemi yeniden başlar.
Az rastlanan bir diğer durum da erkek betanın yuva yapmadan çiftleşmeyi başlatmasıdır. Çiftleşme sonucu dökülen yumurtaları toplar ve bu yumurtaları köpükle sararak yüzeye yollar. Yani yuvayı çiftleşme öncesinde değil, çiftleşme esnasında oluşturur. Dişinin ayrılmasından sonra ise yuvayı genişletmeye devam eder.
Çiftleşme esnasında genelde dişi balığın yüzgeçleri zarar görür. Erkek balığın kovalamaları ve yuvaya yönlendirmeleri buna sebep olur. Ancak bunlar hafif yaralanmalardır ve kolayca iyileşirler. Yine de, dişi balığın temiz bir akvaryuma alınarak gözlenmesi, kaliteli yemlerle beslenerek ve gerekirse vitamin katkılarıyla desteklenerek sağlığına kavuşturulması yerinde olacaktır.
Fotoğraflarda, çiftleşme anı ve erkeğin saçılan yumurtaları toplayarak yuvaya yerleştirmesi görülüyor.
Yumurtlama 2-6 saat sürer. Dişinin boyutuna ve kondisyonuna bağlı olmakla birlikte, genelde 50-200 arası yumurta dökülür. Çiftleşme tamamlandıktan sonra erkek, dişiyi yuva ve yumurtalar için bir tehdit olarak algılar ve gördüğü yerde saldırmaya başlar. Bu yüzden dişinin hemen ayrılması gerekir. Pek sık rastlanmasa da, bazı erkekler de yumurtalarını veya çıkan yavruları yiyebilirler. Ayrıca, bazen erkek balık yuva ve yumurtalarla ilgilenmeyi bırakır. Köpük yuva zamanla dağılır ve yumurtalar tabana düşerek bozulmaya başlar. Özellikle ilk kez baba olan bireylerde bu durumlara daha sık rastlanır. Ancak genelde erkek betalar ilgili ve şevkatli babalardır. Sürekli yuvayı gözler, köpükleri düzeltir ve takviye ederler. Köpüğünden düşen yumurta ve yavruları nazikçe alarak yeniden yuvaya yerleştirirler.
Beta üretiminde uygulanabilecek çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Birçok üretici, genel olarak kabul gören şartları yerine getirmek koşuluyla, kendilerine has bazı teknikler ortaya çıkarmıştır. Örneğin, bazı üreticiler 4-5 litrelik kavanozlarda başarıyla üretim yaparken, bazıları 80-100 litrelik tanklarda daha fazla verim alınabileceğini savunur. Hatta son yıllarda, çiftleşme sonrası babanın da yuvadan ayrıldığı bazı yöntemler uygulanmaya başlamıştır. Bunları ve benzer birçok yöntemi ayrı ayrı incelemek mümkün değildir. Yine de, uzun süredir uygulanan, en yaygın üretim metodlarının bazılarından bahsetmek faydalı olacaktır.
GENEL METOD: Ülkemizde en bilinen ve sık kullanılan üretim metodudur. Çiftleştirilecek dişi ve erkek balık belirlendikten sonra 15-20 litrelik, nispeten ince uzun bir akvaryum hazırlanır. Uygun şartlarda suyla 10-12 cm yüksekliğinde doldurulan bu tank, orta kısmından bir cam veya şeffaf plastik ile ikiye ayrılır. Kum, bitki veya herhangi bir dekorasyon malzemesi kullanılmaz. Tercihen bir miktar su üstü bitkisi konulabilir. Bu bitkiler erkeğe köpük yuva yapımında yardımcı olur. Akvaryumun loş bir ışıkla aydınlatılması sağlanır.
Akvaryumun hazırlanması tamamlandıktan sonra, önce dişi balık kendine ait bölmeye bırakılır. Birkaç saat süre verilerek akvaryuma alışması beklenir. Daha sonra erkek balık da kendine ayrılan bölmeye koyulur. Dişi balığın da çiftleşmeye istekli olup olmadığı gözlenir. Eğer dişi balık da çiftleşmeye hazır ise, aradaki cama doğru yüzer ve erkeğin kur yapma davranışlarına karşılık vermeye başlar. Birçok üretici, tam da bu anda aradaki bölmeyi kaldırarak dişi balığın yuva yapımında erkeği yönlendirmesini sağlar. Yumurtlama gerçekleştikten hemen sonra dişi balık akvaryumdan alınır ve yumurtalar ve yuvanın bakımı erkek balığa bırakılır.
Genel metod, aslında geçerliliği kabul edilmiş bir yöntem olsa da, bazı dezavantajları da vardır. Öncelikle, dekorsuz bir akvaryumda, erkek balığın yuvayı hazırlayacağı nokta belirlenemez. Yuva sıklıkla akvaryumu ayıran camın yakınına yapılır ve bu cam alınırken yuvanın bozulmasına sebep olur. Bu durum erkeğin yeni bir yuva hazırlamak için uğraşmasına, çiftleşme esnasında kendisine gerekli olan enerjiyi boşa harcamasına sebep olacaktır. Sık rastlanmasa da, bazı durumlarda dişi balık erkeği görür görmez yumurtlamaya başlar. Balıklar ayrı bölmelerde olduğu için bu yumurtalar boşa gider. Ayrıca, dişi balığın saklanabileceği bir yer olmaması, erkek balık tarafından hırpalanmasına sebep olabilir.
TAYLAND METODU: Bugün Tayland, vahşi betaların bulunabildiği ülkelerin başında gelir. Günümüzde hala yapılan dövüşler sayesinde, betalar ülkenin en popüler türü olmuştur. Kaçınılmaz olarak Tayland, dünyanın en fazla beta üreten ülkelerinden biridir. Bu ülkede üretim ilkel denebilecek, geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır.
Bu üretim yönteminde, üretici tarafından seçilen çift, birkaç litrelik, yarı şeffaf bir leğen ya da benzeri bir kaba alınır. Su yüksekliği genelde on santimi geçmez. Suyun temiz olup olmaması bile fazla önemli değildir. Hatta bir kapta peşpeşe birkaç çiftin yumurtlaması sağlanabilir. Su yüzeyine bir kaç yaprak bırakılarak yuvanın tutunması kolaylaştırılır. Leğenin üstü bir karton yardımıyla kapatılır ve gerisini doğanın halletmesi beklenir. Her 3-4 saatte bir yumurtlamanın gerçekleşip gerçekleşmediğini kontrol etmek için bu karton hafifçe kaldırılır. Bu kontroller dışında çift rahatsız edilmez. Eğer takip eden dört gün içinde yumurtlama hala gerçekleşmemişse, çift kaptan çıkarılarak ayrılır. Ancak genelde, çiftleşme ilk birkaç saat içinde gerçekleşir. Köpük yuvada yumurtalar görüldüğü an, dişi balık elle yakalanarak çıkarılır. Erkek beta, yavrular serbest yüzmeye başlayana dek kapta bırakılır. Yavrular serbest yüzmeye başladıklarında, erkek beta da kaptan alınır. Yavrulara verilen ilk yem, üreticiye bağlı olarak değişse de, genelde yumurta sarısı usaresidir. Bu yemle birkaç saatte bir beslenen yavrular, yüksek protein oranı sayesinde hızlı bir büyüme gösterirler. Uygun boya geldiklerinde, yumurtadan yeni çıkarılmış artemia, rotifer ve toz yemlerle beslenmeleri desteklenir. Ancak bu besi süreci kısa sürer. Bir süre sonra yavrular toplu halde havuzlara alınır ve üretici yemlemeyi durdurur. Açık havada bulunan büyütme havuzları, kendiliğinden oluşan su piresi, sivrisinek larvası |
Üstte yer alan fotoğraflarda, Tayland'lı üreticilerin kullandığı bir üretim kabı ve yavru büyütme havuzları görülmektedir.
Taylandlı üreticiler, üretimde kullanacakları çifti seçerken iki özelliği dikkate alırlar. Erkek betanın yaptığı köpük yuvanın genişliği ve dişinin canlı renklere sahip olması... Seçilen balıklar özenli biçimde beslenerek hem sağlıklı olmaları hem de çiftleşmeden yüksek performans elde edilmesi sağlanır.
Tayland metodu, ilkel görünmesine ve ülkemiz şartları açısından oldukça zor olmasına karşın, Güney Asya ülkelerinde hala en geçerli üretim yöntemidir. Bu ülkelerdeki üreticiler birçok avantaja sahiptir. Öncelikle, kullanılan su zaten betaların doğal olarak yaşadıkları ve üredikleri sulardan farklı değildir. Mevcut doğal kaynakların ve akarsuların kullanımına dayalı basit sistemler, su değişimi, filtrasyon gibi gereklilikleri ortadan kaldırmıştır. Ayrıca, bölgeye hakim olan tropik muson iklimi, ısıtıcı kullanımını da gereksiz kılar.
AMERİKAN METODU: ABD, dünyanın en fazla beta üreticisine sahip ülkelerinden biridir. Bu ülkede yapılan üretim genelde, yeni renk veya kuyruk varyetelerinin ortaya çıkarılmasına ve ortaya çıkan ırkların iyileştirilmesine yöneliktir.
Bu üretim metodunda genellikle 30-35 litre hacme sahip, uzunluk ve derinliği birbirine yakın bir tank kullanılır. Akvaryum, 15-18 cm yüksekliğe kadar su ile doldurulur. Taban kumsuzdur. Birkaç parça kaya, saksı, PVC parçası benzeri malzeme kullanılarak, gerektiğinde dişinin saklanabileceği yerler hazırlanır. Bazı kısımlara birkaç kök canlı bitki eklenebilir. Bu bitkiler dişinin saklanması için alan sağladığı gibi, infüzvuar ve alg oluşumunu hızlandırarak doğacak yavrular için de besin sağlarlar. Su yüzeyinde, erkek betanın yuvayı oluşturması için genişçe bir yaprak (Tercihen Hint bademi (Terminalia catappa) ağacının yaprakları. Bu yapraklar, yurtdışındaki birçok akvaryumcuda satılmaktadır.) veya plastik ya da strafordan yuvarlak bir parça konulur (alt kısmı suya gelecek şekilde yerleştirilmiş, yarım bir |
Gerekli su sıcaklığı ve diğer şartlar sağlandıktan ve dekorasyon aşaması tamamlandıktan sonra, sıra balıkları yerleştirmeye gelir. Sıkça kullanılan yöntem, erkek balığın akvaryuma alınması, dişi balığın ise akvaryum içinde ayrı bir haznede tutularak bir süre daha erkekten korunulmasıdır. Bu esnada erkek balığın dişiyi sürekli görmesi sağlanır. Bunun için de cam bir sütun ya da dar bir cam kavanoz kullanılabilir (Fotoğrafta,sağ köşedeki sünger filtrenin önünde bulunan cam kavanoz bu amaçla yerleştirilmiştir.). Dişi akvaryuma bırakılmadan önce, çiftleşmeye hazır olduğundan emin olunmalı ve erkek balığın yuvayı tamamlaması beklenmelidir. Ancak genel yöntemde olduğu gibi, bu üretim yönteminde de dişinin yumurtaları hemen bırakmaya başlaması olasıdır.
Genellikle, dişi balığın akvaryuma bırakılmasını izleyen 3-4 saat içerisinde çiftleşme gerçekleşir. Dişi balık bu aşamada tanktan alınır.
Amerikan metodu, birçok yönden en garantili ve verimli üretim yöntemidir. Ancak, uygun akvaryumun kurulması ve çiftlerin hazırlanması, özen ve zaman gerektiren bir süreçtir. Büyük çapta üretim yapılması düşünülüyorsa bu yöntem pek de kullanışlı olmayacaktır. Bu yüzden daha çok, amatör çapta üretim veya seçilen özel çiftlerin üretimi için tercih edilir.
Beğenenler: [T]114380,eralpx[/T][T]189679,OzuKOC[/T][T]186525,mirat[/T][T]194383,Oğuzhan_ÇEPNİ[/T][T]198546,emreozakyildiz[/T][T]192653,Oykurumen[/T][T]189456,BozkurtGokturk[/T][T]206552,D064N[/T][T]202214,AmazonSever[/T][T]187620,EnesDertliolugil[/T][T]204792,hasanumut[/T][T]213208,Hayzax[/T][T]208569,Beta_balik[/T][T]182353,elbet20[/T][T]196333,FurkanAydemir[/T][T]214092,Nursun[/T][T]109649,BARKA52[/T][T]216240,Odo77[/T][T]125030,lemur[/T][T]219836,Ali.65[/T][T]222935,Benkorays[/T][T]227642,Dilay.[/T][T]213236,Aplot[/T][T]226200,Yvzslm[/T][T]40216,pasha...[/T][T]225851,Nahola[/T][T]227939,Ecem[/T][T]223450,arifpolat768[/T][T]231213,fcan[/T][T]230577,akvaryumodam[/T][T]37466,CERANOXE[/T][T]233557,hobim35[/T][T]235286,ozzie333[/T][T]240749,rookie1337[/T][T]240932,Ehtiyar[/T][T]250353,Alper Efe[/T]
Teşekkür Edenler: [T]189679,OzuKOC[/T][T]186525,mirat[/T][T]194383,Oğuzhan_ÇEPNİ[/T][T]198546,emreozakyildiz[/T][T]192653,Oykurumen[/T][T]203993,Metal06[/T][T]189456,BozkurtGokturk[/T][T]202214,AmazonSever[/T][T]213208,Hayzax[/T][T]208569,Beta_balik[/T][T]182353,elbet20[/T][T]196333,FurkanAydemir[/T][T]214092,Nursun[/T][T]109649,BARKA52[/T][T]219490,Shiba[/T][T]219836,Ali.65[/T][T]217661,hakancez[/T][T]227642,Dilay.[/T][T]226200,Yvzslm[/T][T]225851,Nahola[/T][T]227939,Ecem[/T][T]223450,arifpolat768[/T][T]231213,fcan[/T][T]230577,akvaryumodam[/T][T]37466,CERANOXE[/T][T]235286,ozzie333[/T][T]240260,BETA.4[/T][T]240749,rookie1337[/T][T]240932,Ehtiyar[/T][T]241401,R2K2[/T][T]250353,Alper Efe[/T]
+1: [T]189456,BozkurtGokturk[/T][T]214092,Nursun[/T][T]226200,Yvzslm[/T][T]225851,Nahola[/T][T]231213,fcan[/T][T]240260,BETA.4[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Stres halinde dişilerde yatay çizgiler oluşur ve rengi solar.Renkleri koyu ve karın bölgesinde dikey çizgiler varsa sağlıklıdır ve üremeye hazırdır.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Beğenenler: [T]197404,akvaryumdelisi13[/T]
Teşekkür Edenler: [T]197404,akvaryumdelisi13[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir