Nostalji - 70'li Ve 80'li Yıllarda Akvaryum Hobisi
Gönderim Zamanı: 18 Kasım 2015 22:03
Herkese merhaba. 1970 doğumlu bir forum üyesi olarak çocukluğum ve gençliğimde İstanbul’da akvaryum hobisi ve akvaryumculuk nasıldı, neler yaşadık, neler gördük, onlardan biraz bahsetmek istiyorum. Ümit ederim ki yaşıtlarımın hatıralarını canlandırır, yaşça genç arkadaşlara da o zamanların atmosferini biraz yansıtmış olurum.
Şu anda Ümraniye’de ikamet ediyor olsam da doğma büyüme Kadıköy Bahariyeliyim. İlk akvaryumumu 1978 yılında Yeldeğirmeni’nde oturan ve evinde akvaryum balığı (Japon, Melek, Gurami) üretimi – satışı yapan bir akrabamız hediye etti. 30 cm. boyunda (o zamanlar akvaryum ölçüsü olarak litre kullanılmazdı, akvaryumlar boylarına göre sınıflandırılırdı, en büyük standart akvaryum 1 metre idi, zaten özel yapım akvaryum da yoktu. Evinde 1 metrelik akvaryumu olan adama zengin gözüyle bakılırdı.), eski tarz demir çerçeveli akvaryumda 4 adet Japon balığı beslemeye başladım. Akvaryumda balıklar dışında tabandaki iri beyaz çakıllar ve ebadı hayli büyük sepet şeklindeki yeşil plastikten mamul, içine koltuk süngeri takılmış filtre dışında bir şey yoktu. Havalandırmayı ise gene akrabamın vermiş olduğu elden düşme çok eski tıknefes bir Trumpif hava motoru ile sağlıyordum. Bu motor düzenli olarak randımandan düşer, bir – iki ay sonra ucunda hava taşı dahi olmayan hortumdan bile hava basamaz hale gelir ve babam tarafından sürekli onarılırdı. İçindeki diyaframı tutan metal kollar sürekli zıngırdar ve motorun silindir şeklindeki bakalittten (artık mazide kalan plastik benzeri bir madde) yapılmış gövdesine temas ederek bayağı bir gürültüye neden olurlardı. Bu durum gayet normal karşılanır, motor defalarca sökülüp takılarak titreşimin kaynağı azaltılmaya çalışılır, diyaframın üzerindeki vida sıkıştırılarak ‘ayar çekilirdi’. Buna rağmen ufacık ve ‘gürültülü’ akvaryumumuz evin salonunun ortasındaki büyük sehpanın üzerinde durur ve evdeki en önemli obje muamelesi görürdü. Buna biraz da mecburduk çünkü ışıklandırması olmadığı için aydınlanmasını sağlayan tek ışık kaynağı salonun tavanındaki avizeydi. [:)]
O zamanlar markalı ve çeşit çeşit balık yemleri mevcut değildi. Akvaryumcularda küçük şeffaf poşetlere konulmuş olarak ya da gramla satılan 2 çeşit pul yem vardı. ‘karışık yem’ ve bizim ‘ıspanak’ dediğimiz bitkisel yem. Akvaryumcuya gider ve ‘abi, x liralık karışık yem ver’ derdik. Çoğunlukla göz kararı, tartılmadan bir balık poşetine bir miktar yem konulup bize uzatılırdı. Yemlerin içeriği çoğunlukla kokusundan tahmin edilebilirdi ama gene de biz kıstas olarak renklerine bakardık. Karışık yemin içinde pembe renkli pullar ne kadar çoksa, o yem bizim için o kadar makbuldu. Çocuk aklımızla dahi olsa tek çeşit yemin faydalı olmayacağının bilincindeydik, kendimizce bu iki çeşit yemi değişik oranlarda karıştırarak ‘rasyon’ hazırlardık. Sonra 80’lerin başı gibi yerli üretim kutulu Fişer balık yemleri çıktı, onu kullanmaya başladık. Yıllar sonra aldığım ilk yabancı menşeli kutu yem ise bugün artık olmayan ‘Lapis’markalı bir temel pul yemdi ve bana epeyce bir meblağa mal olmuştu. Hazır balık yemlerindeki çeşit fakirliğine mukabil o zamanlar canlı yem hayli boldu. Her akvaryumcu mutlaka kurt (Tubifex) ve su piresi (Daphnia) satardı. Tubifex bir yumurta viyolunun içinde küçük topaklar halinde satılır ve ‘top’ ile istenirdi, ‘2 top kurt ver’ gibi... Daphnia’nın birim satış ölçüsü ise kepçe idi, akvaryumcu kepçesini Daphnia dolu suya daldırır ve şöylece bir karıştırarak dibe çökmüş olan ölüleri de havalandırıp canlıların arasına katar ve su dolu balık poşetine boşaltırdı. Bu bakımdan tanıdık akvaryumculardan alışveriş yapmak fazla ölü pire itelenmemesi açısından istifadeliydi. Tubifex’leri uzun süre canlı tutmak için mutlaka soğukta saklamak gerekirdi, bu yüzden buzdolabına kurt dolu kapları koymak için annelerimizle çok cebelleşirdik... [:D]
Balık çeşitlerine gelirsek, tahmin edeceğiniz gibi o yıllarda akvaryumcular tür açısından oldukça fakirdi. O zamanlar ithalat yasak olduğu için ülkemizde ne üretiliyorsa akvaryumcularda da onlar satılırdı. Canlı doğuran açısından sıkıntı yoktu fakat varyete azdı. Standart lepistesimiz Alman lepistesti, onun dışındaki varyeteler akvaryumcularda çok nadir görülür ve çok pahalıya satılırdı. Fikir vermesi açısından, o yıllarda Kadıköy Halitağa caddesindeki bir pasajda bulunan İstanbul Akvaryum’a bizim ‘Leopar Lepistes’ dediğimiz büyük kuyruklu ve güzel desenlere sahip bir varyetenin gelmesi sonucu kafayı yemiş ve aylarca babama yalvarmıştım. Neticesinde karne hediyesi olarak 1 adet alınmıştı. Buradan, o balığın akvaryumcuda aylarca satılamayacak ve babamın maaşıyla sadece 1 adet alınabilecek kadar pahalı ve karne hediyesi (genelde bisiklet falan alınırdı) olarak alınacak kadar kıymetli olduğunu anlayabilirsiniz. Plati olarak Koray (kırmızı) ve Tuxedo (kırmızı-siyah) türler bulunurdu. Simpson (Hi-fin) plati nadir bulunur ve gene pahalıya satılırdı. Kılıçkuyruklarımız tek tip ve turuncuydu. Ay kuyruk, lir kuyruk gibi varyeteler bulunmazdı. Black Molly’lerin çoğu düz kuyruktu, ay kuyruk düz kuyruğun 2 katı kadar fiyata satılırdı. Velifera o zamanlar ülkemizde bulunmazdı.
Japonlarımızın hepsi bugün ‘düz Japon’ diye adlandırdığımız vasıfsız Japonlardı. Turuncu, kırmızı-beyaz renklileri ve emprime desenlileri (calico) bulunurdu. Akvaryumcularda başka herhangi bir varyeteye rastlanmazdı.
Betta 80’lerin başında yeni popüler olmuştu. O zamanlar küçücük kaplarda beslenmez, akvaryumun kralı muamelesi görürdü. Akvaryuma 1 adet erkek Betta ekleyip aynada aksini göstererek onu sinirlendirip kabartmak çok modaydı. [:)]
Tetra türlerinden en çok Tetrablack ve Işıklı Tetra’ya rastlanırdı. Neon tetra da bulunurdu fakat pahalı olurdu, Neon üretmek her babayiğidin harcı değildi. Eskiler bilirler, piyasada ‘Neoncu Haluk’ adıyla tanınan Haluk bey zamanında bu işten epeyce bir para kazanmıştı.
Guramilerden üç benekliye hemen her yerde rastlanır, İnci (mozaik) gurami nadiren bulunurdu.
70’lerin sonunda Melek hariç Cichlid’lerin hiçbir türüne rastlanmazdı ama 80’lerin ortasına doğru Astronot akvaryumcularda boy göstermeye başladı. Herkes bu ihtişamlı ve güzel balığı görmek için akvaryumcularda toplanır, huşu içinde seyrederlerdi. Bunda balığın güzelliğinin olduğu kadar fiyatının da rolü büyüktü, ilk astronotlar için adına yakışır şekilde astronomik fiyatlar talep edilirdi. Kadıköy Halitağa caddesinde şimdiki Kadıköy Vergi Dairesinin karşısındaki pasajda bulunan Okyanus Akvaryum’un sahibi Astronot akvaryumunda elini 5 dakika tutacak olana para vaad ederdi, hatta bazen bir balığa kıyıp Astronotlara canlı yem yapar ve insanları dehşete düşürürdü . Anlayacağınız Astronot yanlış bir şekilde halka Piranha gibi yırtıcı ve canavar cinsi bir balık olarak tanıtılıyordu. Bununla ilgili o zamanlar gazetede çıkan bir haberin kupürünü kesip saklamıştım, bir ara sizlerle paylaşırım. Sonraları Convict ve Mücevher çiklitler de akvaryumcularda nadiren görülmeye başladı fakat gerek diğer balıklarla gerekse kendi aralarındaki geçimsizlik popüler olmalarını engelledi.
Çöpçüler o zaman da mevcuttu (sadece albino ve bronz). Çöpçüye tam anlamıyla akvaryumun paryası - kölesi muamelesi yapılır, ne beslenmesi için özel yem verilir ne de yaşaması için özel gayret sarfedilirdi. Onun görevi adından da anlaşılacağı üzere sadece temizlikti, görsel bir kıymeti yoktu. Bu şirin balıkların değeri şimdi yeni yeni anlaşılıyor...
O yıllarda akvaryumcularda bulunan Melek balıklarımız belki de var olan tüm türler içindeki en vasıflı balıklardı. Türkiye’de o yıllarda ve sonrasında gayet güzel Melekler üretilir ve ithalatın başladığı dönemde dahi piyasada yerli balık özellikle aranır, tutulurdu. Üretimhanelerde sıra sıra akvaryumların her birinde damızlık bir çift Melek ve yumurtlamaları için akvaryumun kenarına asılmış yarım 33’lük ya da 45’lik plaklar görebilirdiniz. Yaşlı akvaryumcular balığa Melek demez, Skalarya diye hitap ederlerdi.
Tetrazonlar da o yıllar için güzel ve kaliteliydi. Damızlık olarak büyüttüğüm bir gruptan yavru dahi almıştım.
Bitkiler standart ve 4-5 çeşitti. Saz, limon, tütün, zeytin ve Elodea (ne hikmetse ona isim uydurulmamıştı) başlıcalarıydı. Sonraları Amazon adıyla anılan Aponogeton türleri ortaya çıktı fakat onlar oldukça pahalıya satılırdı. Zaten ışıklandırmadan falan bihaber olduğumuz için bitkileri hep çürütürdük, istisnası güneş ışığı alabilen akvaryumlardı, onlarda da alg patlaması yaşanır, başta camlar olmak üzere her yer yemyeşil olurdu. ( Reks sinemasının karşı sırasında az yukarıdaki eczanenin akvaryumunu o yıllarda görmüş olanınız belki vardır, bugün Japoncuların akvaryumlarında oluşturmaya çalıştıkları Green Carpet’in daniskası o akvaryumda mevcuttu, yemyeşil halı saha misali bir taban ve içinde Japon balıkları...)
Malzemelerden bahsedersek, 70’lerin sonunda filtrasyon teknolojimiz yukarıda da anlattığım gibi sünger filtrelere dayalıydı. Sonraları bir cam tüpten suyu yukarı çeken ve akvaryumun kenarına takılmış içinde elyaf bulunan altı ızgaralı bir kaba boşaltan filtreler çıktı ve moda oldu. Elyaf bulunmadığı için kirlenince içine pamuk ya da sünger koyarak yola devam ederdik. O dönemde özellikle ısıtıcılarımız enteresandı. Isıtıcı ve termostat ayrı ayrı iki cam tüpte olup birbirlerine küçük bir fiş yardımıyla bağlanır ve genellikle termostat akvaryum duvarına monte edilirken ısıtıcı dibe yatırılırdı. En ünlü ve sağlam ısıtıcılar HAS marka idi. Bazı akvaryumcular ise dükkanlarında kendi gayretleri ile ısıtıcı imal eder ve satarlardı. Hava motorlarımız yukarıda da bahsettiğim gibi siyah bakalitten ve silindirik olur, oldukça gürültülü çalışırdı.
İlaç olarak piyasada hazır preparat yok gibiydi. Sadece yukarıda ismini andığım Fişer’in birkaç ilacı vardı, onların da işe yararlığı şüpheliydi. Biz en çok yararlılığı kanıtlanmış bir metilen mavisi çözeltisi olan insan sağlığı için üretilmiş Buco Bleu isimli ilacı eczanelerden alır ve kullanırdık.
Akvaryumculara gelirsek, hobi kısır ama dükkan çoktu. Neredeyse her mahalle arasında, özellikle de pasaj içlerinde bol akvaryumcu bulunurdu. Genellikle balık ve kuşu bir arada satan dükkan pek yoktu, akvaryumcu akvaryumculuk, kuşçu kuşçuluk yapardı. Yakın çevremdekileri sayarsam, Altıyolda Vakko’nun yanından çıkan yokuşa bitişik pasajın alt katında Meral, onun yanındaki Hak pasajı içinde Değerli (kuş + akvaryum, bugün hala durmakta), Kayışdağı çeşmesinin karşısındaki Parman apartmanı altındaki pasajda adını hatırlayamadığım fakat Kadıköy’deki en güzel Black Molly’leri satan akvaryumcu, Bahariye caddesinde Opera pasajının üstünde bulunan küçük pasajın alt katındaki Reis (sahibi yaşlı ve aksiydi, dükkanın kapısını açınca kapının pervazından kafamıza patır patır kalorifer böcekleri dökülürdü [:)] ) , Altıyol Efes pasajının alt katındaki Efes Akvaryum (güzel bitki satardı.), Yeldeğirmenine çıkan Halitağa caddesindeki iki pasajda yer alan İstanbul Akvaryum ve Okyanus Akvaryum, Kadıköy çarşısı içinde bugünkü Hatipoğlu ekmek fırınının yanında Kadıköy Akvaryum, Moda Caddesi üzerindeki Huzur Palas Pasajı’ndaki akvaryumcu Engin Bey (bugün o pasajın içinde benim iş yerim var ) ve Akmar pasajı alt katındaki akvaryumcuyu sayabilirim. 80’li yılların sonuna doğru Bahariye Caddesinde Anadolu Akvaryum mağazası açıldı ve talep öylesine yoğun oldu ki, insanlar hayvanat bahçesi gezercesine burayı gezmeye başladılar. Bunun üstüne girişte ziyaretçilerden ufak bir meblağ alınmaya ve mağazadan alışveriş ettikleri takdirde çıkışta iade edilmeye başlandı. Sonraları çoğunuzun bildiği, Beşiktaş iskelesinin yanındaki parkta akvaryumcular çarşısı açıldı uzun yıllar meraklılara hizmet etti.
80’li yıllarda akvaryumla ilgili yayınlar yok denecek kadar azdı. Piyasada bulunan az miktardaki kaynak, sahibi olduğu Altınköprü Yayınları tarafından yayınlanan Tuncel Altınköprü’nün yazdığı Renkli Akvaryum Dünyası, Canlı Doğuranlar, Köpük Yuva Yapanlar, Japon Balıkları ve Yumurta Dökenler isimli kitaplardı. Bu kitaplardan bazıları hala sahaflarda bulunabilir.
Yeniden bana dönecek olursak, 30 cm.lik ilk akvaryumumdan birkaç yıl sonra bir akvaryumcunun dükkanını yenilerken ıskartaya çıkarttığı ve çok uygun fiyata sattığı 75 cm.lik aluminyum çerçeveli geniş bir akvaryumu alarak hobiye hız verdim. İkinci akvaryumdan kısa süre sonra da o zaman için yeni bir teknoloji olan silikonla yapıştırılmış ilk akvaryumumu da babam alarak akvaryumları üçledi. Akvaryumlar bakkal vb. için imal edilmiş çelik raflarda üst üste duruyor ve onlara yerde duran plastik leğenler eşlik ediyordu. Artık ürettiğim yavruları büyüterek Kadıköy’deki akvaryumculara satmaya başlamıştım. Kimi zaman da takasa giriyor, akvaryuma yeni türler ekliyor ya da balık yerine yem ve malzeme alıyordum. İskeledeki akvaryumcular çarşısında bulunan İstanbul Akvaryum’un sahibi Hakan Abi ile (Hakan Becer) efsane takaslarımız vardır. Örneğin bir seferinde tek başına büyüterek olağanüstü boya ulaştırdığım Labeo bicolor’u vererek yerine güzel öten bir kanarya almıştım. [:)] Kendisi bugün Çengelköy’de pet shop işletmektedir.Sonunda leğen sisteminden bıkan annemin teşviği ile bir akvaryum daha alarak sayıyı dörde çıkarttım. Artık adeta entegre tesis kıvamına gelmiş ve balıktan bayağı para kazanmaya başlamıştım.
O yılların bir güzelliği Galatasaray Odakule’de ve Kadıköy iskele meydanında şimdiki Haldun Taner sahnesi ve konservatuvarın bulunduğu binada yılda bir düzenlenen akvaryum ve kuş sergileri idi. Akvaryum kadar kuş merakım da olduğu için bu sergileri kesinlikle kaçırmaz, ilk gününden son gününe kadar defalarca gezer ve imkanım elverdiğince alışveriş yapardım. (Evimizin en verimli çağında 4 akvaryum, 6 kanarya ve 6 da kedi sahibiydim )
Lisenin bitişini takiben 1988 yılında İ.Ü. Su Ürünleri Fakültesi’nde üniversiteye başladım. Okulumuz Beykoz’daydı fakat ilk yıl almamız gereken temel dersler için okulun Beyazıt’daki Fen Fakültesi binasına gidiyorduk. Okul çıkışı akvaryum meraklısı birkaç arkadaşla birlikte mutlaka Kapalı Çarşı ve Mahmutpaşa yoluyla yürüyerek Eminönü’ne iner ve oradaki akvaryumcuları ziyaret ederdik. O zamanlar Eminönü’ndeki akvaryumcular yandaki Mısır çarşısının duvarına yaslanmış eğri büğrü eski barakaların içindeydi. Zaman zaman da bizim için mabet sayılan Fatih’deki Teknik Akvaryum’a giderdik. Bu mağaza o yıllar için İstanbul’daki (belki de Türkiye’deki) en büyük ve en çok çeşit barındıran yer idi. Teknik Akvaryum’un sahibi Turgut Bey (Kınsun) ile o yıllarda tanıştım ve işim gereği uzun yıllar görüşme imkanı bulduk. O yıllarda Gülhane Parkı içindeki şehir akvaryumu da sık ziyaret ettiğimiz yerler arasındaydı, oradan güzel Japon ve bitkiler alırdık. Ayrıca üniversitenin Vefa’da bulunan Botanik enstitüsünün baçesinde bulunan süs havuzu Elodea temin ettiğimiz başlıca yerdi. Bunların haricinde bizim okulun yanında bulunan Su Ürünleri Meslek Lisesi tesislerinde akvaryum balığı da üretilirdi, oradan da o yıllar için güzel Orandalar temin ederdik. Zaman zaman ziyaretimize gelen ve piyasada‘Üçgen Ali’ lakabıyla maruf Ali abinin (kendisi uğraştığı vücut geliştirme sporu sayesinde üçgen vücutluydu [:)] ) üretimhanesine gider, ilim irfanımızı arttırırdık. Okulda akvaryumla ilgili yaşadığımız en ilginç olay ise akvaryum dersimize giren Erdoğan Hoca’nın Japonya’dan bizzat getirdiği Japon balıklarının odasındaki akvaryumdan çalınmasıydı, olayın faillerine hiçbir zaman ulaşılamadı. [:D]
1991 yılındaki mezuniyetimi takiben Singapur’dan akvaryum balığı ithal ederek ülkemizdeki akvaryumculara dağıtan toptancı bir firmada 7 yıl sürecek iş hayatıma başladım ama orada yaşadıklarım da başka bir yazının konusu olsun...
Herkese selamlar, sevgiler...
TUĞRUL
[EDIT]Tuğrul Coşkun,2015-11-19 13:26:31[/EDIT]
Şu anda Ümraniye’de ikamet ediyor olsam da doğma büyüme Kadıköy Bahariyeliyim. İlk akvaryumumu 1978 yılında Yeldeğirmeni’nde oturan ve evinde akvaryum balığı (Japon, Melek, Gurami) üretimi – satışı yapan bir akrabamız hediye etti. 30 cm. boyunda (o zamanlar akvaryum ölçüsü olarak litre kullanılmazdı, akvaryumlar boylarına göre sınıflandırılırdı, en büyük standart akvaryum 1 metre idi, zaten özel yapım akvaryum da yoktu. Evinde 1 metrelik akvaryumu olan adama zengin gözüyle bakılırdı.), eski tarz demir çerçeveli akvaryumda 4 adet Japon balığı beslemeye başladım. Akvaryumda balıklar dışında tabandaki iri beyaz çakıllar ve ebadı hayli büyük sepet şeklindeki yeşil plastikten mamul, içine koltuk süngeri takılmış filtre dışında bir şey yoktu. Havalandırmayı ise gene akrabamın vermiş olduğu elden düşme çok eski tıknefes bir Trumpif hava motoru ile sağlıyordum. Bu motor düzenli olarak randımandan düşer, bir – iki ay sonra ucunda hava taşı dahi olmayan hortumdan bile hava basamaz hale gelir ve babam tarafından sürekli onarılırdı. İçindeki diyaframı tutan metal kollar sürekli zıngırdar ve motorun silindir şeklindeki bakalittten (artık mazide kalan plastik benzeri bir madde) yapılmış gövdesine temas ederek bayağı bir gürültüye neden olurlardı. Bu durum gayet normal karşılanır, motor defalarca sökülüp takılarak titreşimin kaynağı azaltılmaya çalışılır, diyaframın üzerindeki vida sıkıştırılarak ‘ayar çekilirdi’. Buna rağmen ufacık ve ‘gürültülü’ akvaryumumuz evin salonunun ortasındaki büyük sehpanın üzerinde durur ve evdeki en önemli obje muamelesi görürdü. Buna biraz da mecburduk çünkü ışıklandırması olmadığı için aydınlanmasını sağlayan tek ışık kaynağı salonun tavanındaki avizeydi. [:)]
O zamanlar markalı ve çeşit çeşit balık yemleri mevcut değildi. Akvaryumcularda küçük şeffaf poşetlere konulmuş olarak ya da gramla satılan 2 çeşit pul yem vardı. ‘karışık yem’ ve bizim ‘ıspanak’ dediğimiz bitkisel yem. Akvaryumcuya gider ve ‘abi, x liralık karışık yem ver’ derdik. Çoğunlukla göz kararı, tartılmadan bir balık poşetine bir miktar yem konulup bize uzatılırdı. Yemlerin içeriği çoğunlukla kokusundan tahmin edilebilirdi ama gene de biz kıstas olarak renklerine bakardık. Karışık yemin içinde pembe renkli pullar ne kadar çoksa, o yem bizim için o kadar makbuldu. Çocuk aklımızla dahi olsa tek çeşit yemin faydalı olmayacağının bilincindeydik, kendimizce bu iki çeşit yemi değişik oranlarda karıştırarak ‘rasyon’ hazırlardık. Sonra 80’lerin başı gibi yerli üretim kutulu Fişer balık yemleri çıktı, onu kullanmaya başladık. Yıllar sonra aldığım ilk yabancı menşeli kutu yem ise bugün artık olmayan ‘Lapis’markalı bir temel pul yemdi ve bana epeyce bir meblağa mal olmuştu. Hazır balık yemlerindeki çeşit fakirliğine mukabil o zamanlar canlı yem hayli boldu. Her akvaryumcu mutlaka kurt (Tubifex) ve su piresi (Daphnia) satardı. Tubifex bir yumurta viyolunun içinde küçük topaklar halinde satılır ve ‘top’ ile istenirdi, ‘2 top kurt ver’ gibi... Daphnia’nın birim satış ölçüsü ise kepçe idi, akvaryumcu kepçesini Daphnia dolu suya daldırır ve şöylece bir karıştırarak dibe çökmüş olan ölüleri de havalandırıp canlıların arasına katar ve su dolu balık poşetine boşaltırdı. Bu bakımdan tanıdık akvaryumculardan alışveriş yapmak fazla ölü pire itelenmemesi açısından istifadeliydi. Tubifex’leri uzun süre canlı tutmak için mutlaka soğukta saklamak gerekirdi, bu yüzden buzdolabına kurt dolu kapları koymak için annelerimizle çok cebelleşirdik... [:D]
Balık çeşitlerine gelirsek, tahmin edeceğiniz gibi o yıllarda akvaryumcular tür açısından oldukça fakirdi. O zamanlar ithalat yasak olduğu için ülkemizde ne üretiliyorsa akvaryumcularda da onlar satılırdı. Canlı doğuran açısından sıkıntı yoktu fakat varyete azdı. Standart lepistesimiz Alman lepistesti, onun dışındaki varyeteler akvaryumcularda çok nadir görülür ve çok pahalıya satılırdı. Fikir vermesi açısından, o yıllarda Kadıköy Halitağa caddesindeki bir pasajda bulunan İstanbul Akvaryum’a bizim ‘Leopar Lepistes’ dediğimiz büyük kuyruklu ve güzel desenlere sahip bir varyetenin gelmesi sonucu kafayı yemiş ve aylarca babama yalvarmıştım. Neticesinde karne hediyesi olarak 1 adet alınmıştı. Buradan, o balığın akvaryumcuda aylarca satılamayacak ve babamın maaşıyla sadece 1 adet alınabilecek kadar pahalı ve karne hediyesi (genelde bisiklet falan alınırdı) olarak alınacak kadar kıymetli olduğunu anlayabilirsiniz. Plati olarak Koray (kırmızı) ve Tuxedo (kırmızı-siyah) türler bulunurdu. Simpson (Hi-fin) plati nadir bulunur ve gene pahalıya satılırdı. Kılıçkuyruklarımız tek tip ve turuncuydu. Ay kuyruk, lir kuyruk gibi varyeteler bulunmazdı. Black Molly’lerin çoğu düz kuyruktu, ay kuyruk düz kuyruğun 2 katı kadar fiyata satılırdı. Velifera o zamanlar ülkemizde bulunmazdı.
Japonlarımızın hepsi bugün ‘düz Japon’ diye adlandırdığımız vasıfsız Japonlardı. Turuncu, kırmızı-beyaz renklileri ve emprime desenlileri (calico) bulunurdu. Akvaryumcularda başka herhangi bir varyeteye rastlanmazdı.
Betta 80’lerin başında yeni popüler olmuştu. O zamanlar küçücük kaplarda beslenmez, akvaryumun kralı muamelesi görürdü. Akvaryuma 1 adet erkek Betta ekleyip aynada aksini göstererek onu sinirlendirip kabartmak çok modaydı. [:)]
Tetra türlerinden en çok Tetrablack ve Işıklı Tetra’ya rastlanırdı. Neon tetra da bulunurdu fakat pahalı olurdu, Neon üretmek her babayiğidin harcı değildi. Eskiler bilirler, piyasada ‘Neoncu Haluk’ adıyla tanınan Haluk bey zamanında bu işten epeyce bir para kazanmıştı.
Guramilerden üç benekliye hemen her yerde rastlanır, İnci (mozaik) gurami nadiren bulunurdu.
70’lerin sonunda Melek hariç Cichlid’lerin hiçbir türüne rastlanmazdı ama 80’lerin ortasına doğru Astronot akvaryumcularda boy göstermeye başladı. Herkes bu ihtişamlı ve güzel balığı görmek için akvaryumcularda toplanır, huşu içinde seyrederlerdi. Bunda balığın güzelliğinin olduğu kadar fiyatının da rolü büyüktü, ilk astronotlar için adına yakışır şekilde astronomik fiyatlar talep edilirdi. Kadıköy Halitağa caddesinde şimdiki Kadıköy Vergi Dairesinin karşısındaki pasajda bulunan Okyanus Akvaryum’un sahibi Astronot akvaryumunda elini 5 dakika tutacak olana para vaad ederdi, hatta bazen bir balığa kıyıp Astronotlara canlı yem yapar ve insanları dehşete düşürürdü . Anlayacağınız Astronot yanlış bir şekilde halka Piranha gibi yırtıcı ve canavar cinsi bir balık olarak tanıtılıyordu. Bununla ilgili o zamanlar gazetede çıkan bir haberin kupürünü kesip saklamıştım, bir ara sizlerle paylaşırım. Sonraları Convict ve Mücevher çiklitler de akvaryumcularda nadiren görülmeye başladı fakat gerek diğer balıklarla gerekse kendi aralarındaki geçimsizlik popüler olmalarını engelledi.
Çöpçüler o zaman da mevcuttu (sadece albino ve bronz). Çöpçüye tam anlamıyla akvaryumun paryası - kölesi muamelesi yapılır, ne beslenmesi için özel yem verilir ne de yaşaması için özel gayret sarfedilirdi. Onun görevi adından da anlaşılacağı üzere sadece temizlikti, görsel bir kıymeti yoktu. Bu şirin balıkların değeri şimdi yeni yeni anlaşılıyor...
O yıllarda akvaryumcularda bulunan Melek balıklarımız belki de var olan tüm türler içindeki en vasıflı balıklardı. Türkiye’de o yıllarda ve sonrasında gayet güzel Melekler üretilir ve ithalatın başladığı dönemde dahi piyasada yerli balık özellikle aranır, tutulurdu. Üretimhanelerde sıra sıra akvaryumların her birinde damızlık bir çift Melek ve yumurtlamaları için akvaryumun kenarına asılmış yarım 33’lük ya da 45’lik plaklar görebilirdiniz. Yaşlı akvaryumcular balığa Melek demez, Skalarya diye hitap ederlerdi.
Tetrazonlar da o yıllar için güzel ve kaliteliydi. Damızlık olarak büyüttüğüm bir gruptan yavru dahi almıştım.
Bitkiler standart ve 4-5 çeşitti. Saz, limon, tütün, zeytin ve Elodea (ne hikmetse ona isim uydurulmamıştı) başlıcalarıydı. Sonraları Amazon adıyla anılan Aponogeton türleri ortaya çıktı fakat onlar oldukça pahalıya satılırdı. Zaten ışıklandırmadan falan bihaber olduğumuz için bitkileri hep çürütürdük, istisnası güneş ışığı alabilen akvaryumlardı, onlarda da alg patlaması yaşanır, başta camlar olmak üzere her yer yemyeşil olurdu. ( Reks sinemasının karşı sırasında az yukarıdaki eczanenin akvaryumunu o yıllarda görmüş olanınız belki vardır, bugün Japoncuların akvaryumlarında oluşturmaya çalıştıkları Green Carpet’in daniskası o akvaryumda mevcuttu, yemyeşil halı saha misali bir taban ve içinde Japon balıkları...)
Malzemelerden bahsedersek, 70’lerin sonunda filtrasyon teknolojimiz yukarıda da anlattığım gibi sünger filtrelere dayalıydı. Sonraları bir cam tüpten suyu yukarı çeken ve akvaryumun kenarına takılmış içinde elyaf bulunan altı ızgaralı bir kaba boşaltan filtreler çıktı ve moda oldu. Elyaf bulunmadığı için kirlenince içine pamuk ya da sünger koyarak yola devam ederdik. O dönemde özellikle ısıtıcılarımız enteresandı. Isıtıcı ve termostat ayrı ayrı iki cam tüpte olup birbirlerine küçük bir fiş yardımıyla bağlanır ve genellikle termostat akvaryum duvarına monte edilirken ısıtıcı dibe yatırılırdı. En ünlü ve sağlam ısıtıcılar HAS marka idi. Bazı akvaryumcular ise dükkanlarında kendi gayretleri ile ısıtıcı imal eder ve satarlardı. Hava motorlarımız yukarıda da bahsettiğim gibi siyah bakalitten ve silindirik olur, oldukça gürültülü çalışırdı.
İlaç olarak piyasada hazır preparat yok gibiydi. Sadece yukarıda ismini andığım Fişer’in birkaç ilacı vardı, onların da işe yararlığı şüpheliydi. Biz en çok yararlılığı kanıtlanmış bir metilen mavisi çözeltisi olan insan sağlığı için üretilmiş Buco Bleu isimli ilacı eczanelerden alır ve kullanırdık.
Akvaryumculara gelirsek, hobi kısır ama dükkan çoktu. Neredeyse her mahalle arasında, özellikle de pasaj içlerinde bol akvaryumcu bulunurdu. Genellikle balık ve kuşu bir arada satan dükkan pek yoktu, akvaryumcu akvaryumculuk, kuşçu kuşçuluk yapardı. Yakın çevremdekileri sayarsam, Altıyolda Vakko’nun yanından çıkan yokuşa bitişik pasajın alt katında Meral, onun yanındaki Hak pasajı içinde Değerli (kuş + akvaryum, bugün hala durmakta), Kayışdağı çeşmesinin karşısındaki Parman apartmanı altındaki pasajda adını hatırlayamadığım fakat Kadıköy’deki en güzel Black Molly’leri satan akvaryumcu, Bahariye caddesinde Opera pasajının üstünde bulunan küçük pasajın alt katındaki Reis (sahibi yaşlı ve aksiydi, dükkanın kapısını açınca kapının pervazından kafamıza patır patır kalorifer böcekleri dökülürdü [:)] ) , Altıyol Efes pasajının alt katındaki Efes Akvaryum (güzel bitki satardı.), Yeldeğirmenine çıkan Halitağa caddesindeki iki pasajda yer alan İstanbul Akvaryum ve Okyanus Akvaryum, Kadıköy çarşısı içinde bugünkü Hatipoğlu ekmek fırınının yanında Kadıköy Akvaryum, Moda Caddesi üzerindeki Huzur Palas Pasajı’ndaki akvaryumcu Engin Bey (bugün o pasajın içinde benim iş yerim var ) ve Akmar pasajı alt katındaki akvaryumcuyu sayabilirim. 80’li yılların sonuna doğru Bahariye Caddesinde Anadolu Akvaryum mağazası açıldı ve talep öylesine yoğun oldu ki, insanlar hayvanat bahçesi gezercesine burayı gezmeye başladılar. Bunun üstüne girişte ziyaretçilerden ufak bir meblağ alınmaya ve mağazadan alışveriş ettikleri takdirde çıkışta iade edilmeye başlandı. Sonraları çoğunuzun bildiği, Beşiktaş iskelesinin yanındaki parkta akvaryumcular çarşısı açıldı uzun yıllar meraklılara hizmet etti.
80’li yıllarda akvaryumla ilgili yayınlar yok denecek kadar azdı. Piyasada bulunan az miktardaki kaynak, sahibi olduğu Altınköprü Yayınları tarafından yayınlanan Tuncel Altınköprü’nün yazdığı Renkli Akvaryum Dünyası, Canlı Doğuranlar, Köpük Yuva Yapanlar, Japon Balıkları ve Yumurta Dökenler isimli kitaplardı. Bu kitaplardan bazıları hala sahaflarda bulunabilir.
Yeniden bana dönecek olursak, 30 cm.lik ilk akvaryumumdan birkaç yıl sonra bir akvaryumcunun dükkanını yenilerken ıskartaya çıkarttığı ve çok uygun fiyata sattığı 75 cm.lik aluminyum çerçeveli geniş bir akvaryumu alarak hobiye hız verdim. İkinci akvaryumdan kısa süre sonra da o zaman için yeni bir teknoloji olan silikonla yapıştırılmış ilk akvaryumumu da babam alarak akvaryumları üçledi. Akvaryumlar bakkal vb. için imal edilmiş çelik raflarda üst üste duruyor ve onlara yerde duran plastik leğenler eşlik ediyordu. Artık ürettiğim yavruları büyüterek Kadıköy’deki akvaryumculara satmaya başlamıştım. Kimi zaman da takasa giriyor, akvaryuma yeni türler ekliyor ya da balık yerine yem ve malzeme alıyordum. İskeledeki akvaryumcular çarşısında bulunan İstanbul Akvaryum’un sahibi Hakan Abi ile (Hakan Becer) efsane takaslarımız vardır. Örneğin bir seferinde tek başına büyüterek olağanüstü boya ulaştırdığım Labeo bicolor’u vererek yerine güzel öten bir kanarya almıştım. [:)] Kendisi bugün Çengelköy’de pet shop işletmektedir.Sonunda leğen sisteminden bıkan annemin teşviği ile bir akvaryum daha alarak sayıyı dörde çıkarttım. Artık adeta entegre tesis kıvamına gelmiş ve balıktan bayağı para kazanmaya başlamıştım.
O yılların bir güzelliği Galatasaray Odakule’de ve Kadıköy iskele meydanında şimdiki Haldun Taner sahnesi ve konservatuvarın bulunduğu binada yılda bir düzenlenen akvaryum ve kuş sergileri idi. Akvaryum kadar kuş merakım da olduğu için bu sergileri kesinlikle kaçırmaz, ilk gününden son gününe kadar defalarca gezer ve imkanım elverdiğince alışveriş yapardım. (Evimizin en verimli çağında 4 akvaryum, 6 kanarya ve 6 da kedi sahibiydim )
Lisenin bitişini takiben 1988 yılında İ.Ü. Su Ürünleri Fakültesi’nde üniversiteye başladım. Okulumuz Beykoz’daydı fakat ilk yıl almamız gereken temel dersler için okulun Beyazıt’daki Fen Fakültesi binasına gidiyorduk. Okul çıkışı akvaryum meraklısı birkaç arkadaşla birlikte mutlaka Kapalı Çarşı ve Mahmutpaşa yoluyla yürüyerek Eminönü’ne iner ve oradaki akvaryumcuları ziyaret ederdik. O zamanlar Eminönü’ndeki akvaryumcular yandaki Mısır çarşısının duvarına yaslanmış eğri büğrü eski barakaların içindeydi. Zaman zaman da bizim için mabet sayılan Fatih’deki Teknik Akvaryum’a giderdik. Bu mağaza o yıllar için İstanbul’daki (belki de Türkiye’deki) en büyük ve en çok çeşit barındıran yer idi. Teknik Akvaryum’un sahibi Turgut Bey (Kınsun) ile o yıllarda tanıştım ve işim gereği uzun yıllar görüşme imkanı bulduk. O yıllarda Gülhane Parkı içindeki şehir akvaryumu da sık ziyaret ettiğimiz yerler arasındaydı, oradan güzel Japon ve bitkiler alırdık. Ayrıca üniversitenin Vefa’da bulunan Botanik enstitüsünün baçesinde bulunan süs havuzu Elodea temin ettiğimiz başlıca yerdi. Bunların haricinde bizim okulun yanında bulunan Su Ürünleri Meslek Lisesi tesislerinde akvaryum balığı da üretilirdi, oradan da o yıllar için güzel Orandalar temin ederdik. Zaman zaman ziyaretimize gelen ve piyasada‘Üçgen Ali’ lakabıyla maruf Ali abinin (kendisi uğraştığı vücut geliştirme sporu sayesinde üçgen vücutluydu [:)] ) üretimhanesine gider, ilim irfanımızı arttırırdık. Okulda akvaryumla ilgili yaşadığımız en ilginç olay ise akvaryum dersimize giren Erdoğan Hoca’nın Japonya’dan bizzat getirdiği Japon balıklarının odasındaki akvaryumdan çalınmasıydı, olayın faillerine hiçbir zaman ulaşılamadı. [:D]
1991 yılındaki mezuniyetimi takiben Singapur’dan akvaryum balığı ithal ederek ülkemizdeki akvaryumculara dağıtan toptancı bir firmada 7 yıl sürecek iş hayatıma başladım ama orada yaşadıklarım da başka bir yazının konusu olsun...
Herkese selamlar, sevgiler...
TUĞRUL
[EDIT]Tuğrul Coşkun,2015-11-19 13:26:31[/EDIT]
Beğenenler: [T]138186,kralexxx[/T][T]133758,reco77[/T][T]157803,gorkemmm[/T][T]64971,izzettanju[/T][T]178669,motorhead35[/T][T]184113,forzaemre[/T][T]182561,MEOzbay[/T][T]188364,onurgoksen[/T][T]183070,WLFcATA[/T][T]222664,Aspendos[/T][T]231391,İlsiuon[/T][T]224875,Euphoria[/T][T]239777,M.levent[/T][T]86467,blenny[/T]
Teşekkür Edenler: [T]138186,kralexxx[/T][T]62318,upervane[/T][T]64971,izzettanju[/T][T]21225,cenko06[/T][T]101982,adige42[/T][T]182561,MEOzbay[/T][T]231391,İlsiuon[/T][T]224875,Euphoria[/T][T]86467,blenny[/T]
+1: [T]21225,cenko06[/T][T]231391,İlsiuon[/T][T]239777,M.levent[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir