Kendini idare edebilen sistemler nasıl kurulur?
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 12:59
Eline sağlık Onur...
Eksik kısımları bildirmemizi istemişsin ki yanlış görmediysem tabanda kullanılacak malzemeler (kum, hazır tortu, kayalar, ağaç kökleri, hindistan cevizi kabuğu, deniz kabukları, vb) için açıklama yoktu. Genel olarak kullanılan ve neredeyse çoğu akvaryumda yer alan malzemeler için bir bölüm daha eklemek, hatta kullanılacak oranları (kum kalınlığı, kök sayısı) belirtmek yarar sağlar. Tür (siyah kum, aquaclay kum, dere kumu, mango kökü, delikli kaya, lav taşı, vb) konusunda da öneriler iyi olur, çünkü hepsi bir arada olamayacağı için mantıklı karışımları belirtince tutarlılık sağlanır. Nitrit/Nitrat ile ilgili açıklamalarda ufak bir değinme olsa da ayrı başlık bence gerekir. Ama senin konu bütünlüğü adına yapacağın yorum daha anlamlı olur.
Eksik kısımları bildirmemizi istemişsin ki yanlış görmediysem tabanda kullanılacak malzemeler (kum, hazır tortu, kayalar, ağaç kökleri, hindistan cevizi kabuğu, deniz kabukları, vb) için açıklama yoktu. Genel olarak kullanılan ve neredeyse çoğu akvaryumda yer alan malzemeler için bir bölüm daha eklemek, hatta kullanılacak oranları (kum kalınlığı, kök sayısı) belirtmek yarar sağlar. Tür (siyah kum, aquaclay kum, dere kumu, mango kökü, delikli kaya, lav taşı, vb) konusunda da öneriler iyi olur, çünkü hepsi bir arada olamayacağı için mantıklı karışımları belirtince tutarlılık sağlanır. Nitrit/Nitrat ile ilgili açıklamalarda ufak bir değinme olsa da ayrı başlık bence gerekir. Ama senin konu bütünlüğü adına yapacağın yorum daha anlamlı olur.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 13:07
Köksal abi,kumu hatırlattığın iyi oldu.Onu akşam yurda gidince yazayım.Kayalara ise değinmeyi pek düşünmüyorum.Çünkü o biraz beslediğimiz türle ve bizim isteğimize göre şekilleniyor.Burda daha çok işin biyolojik kısmını nasıl hallederiz durumuna açıklık getirmeye çalıştım.Ağaç kökleri türlerini de yazayım,onun için de sağol.
Nitrit nitrat ile ilgili çok temel olan şeyleri yazmadım çünkü verdiğim ayrıntı bilgilerin içinde dolaylı yoldan var.En azından eksikliğini ben göremedim.Ama sanırım fazlalıklarında ne gibi şeyler karşılaşabiliriz ve azotlu maddelerin girişi ve kontrolü gibi bir başlık altında bir şeyler karalayabilirim.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 13:29
Nitrit/Nitrat kısmını yazarken ben yanlış ifade etmişim. Kum veya miktarlara o başlık altında azıcık değinmişsin. Bu anlamda yazacakken eksik yazarak sanki nitrit/nitrat'ı ayrı ele alman gerek gibi yazmışım. Aslında elbette onu da ayrı ele alabilirsin. Kimse hayır demez...
Ama kayalara değinmekte yine yarar görüyorum. Çünkü özellikle salınım yapanlar sistemi altüst edebilir. Bilip bilmeden keyfi dekoratif eklemeler belirttiğin mantığı yok eder. Hiç olmazsa olmaması gerekenleri eklersen diğerlerine kişiler kendi karar verir.
Ama kayalara değinmekte yine yarar görüyorum. Çünkü özellikle salınım yapanlar sistemi altüst edebilir. Bilip bilmeden keyfi dekoratif eklemeler belirttiğin mantığı yok eder. Hiç olmazsa olmaması gerekenleri eklersen diğerlerine kişiler kendi karar verir.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 16:37
[QUOTE=harunresitz][QUOTE=brk_tuncer]Onur bu sistemlerde hep bitkili akvaryumlardan örnek resimler ekliyorsun.Birazda olayı bitki kullanılmayan kaya dekorlu olan akvaryumlara taşırsan çok sevinirim...[/QUOTE]
Bitkiye bir çok akvarist sıcak bakmıyor ama bitki akvaryumlarımızın olmazsa olmazları arasındadır. Akvaryumdaki nitratı yok etmenin en kolay yolu bitki yetiştirmektir. Akvaryumun kendi kendini idare edebilmesi için de ortamdaki nitratın akvaryumdan yok edilmesi gerekir. Bitki yoksa nitratı yok edemezsiniz o nedenle Onur Beyin bitkili üzerinde durması son derece normaldir bence. [/QUOTE]
Bitki yoksa akvaryumdaki nitratı yok edenezsiniz yazmışsınız ama bukadar kesin konuşmasanız daha iyi olurdu.Akvaryumda düzenli su değişimleri yaparak nitratı kolaylıkla akvaryumdan uzaklaştırabiliriz...Onur u anlıyorum çünki beslediği türler bitkili akvaryumlarda yaşayan türler.Onun tarzıda sistemleride bitkili akvaryumlara uygun.Ama malawi ve tanganyika türleri kayalık kesimlerden oluşmakta.Allaha şükür ben çok iyi idare edebiliriyorum sistemlerimi fakat Onur kardeşimin maaşallahı var çok bilgili hani dedim belki bikaç bişey yazar bizde faydalanırız :))
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 16:43
[QUOTE=brk_tuncer][QUOTE=harunresitz][QUOTE=brk_tuncer]Onur bu sistemlerde hep bitkili akvaryumlardan örnek resimler ekliyorsun.Birazda olayı bitki kullanılmayan kaya dekorlu olan akvaryumlara taşırsan çok sevinirim...[/QUOTE]
Bitkiye bir çok akvarist sıcak bakmıyor ama bitki akvaryumlarımızın olmazsa olmazları arasındadır. Akvaryumdaki nitratı yok etmenin en kolay yolu bitki yetiştirmektir. Akvaryumun kendi kendini idare edebilmesi için de ortamdaki nitratın akvaryumdan yok edilmesi gerekir. Bitki yoksa nitratı yok edemezsiniz o nedenle Onur Beyin bitkili üzerinde durması son derece normaldir bence. [/QUOTE]
Bitki yoksa akvaryumdaki nitratı yok edenezsiniz yazmışsınız ama bukadar kesin konuşmasanız daha iyi olurdu.Akvaryumda düzenli su değişimleri yaparak nitratı kolaylıkla akvaryumdan uzaklaştırabiliriz...Onur u anlıyorum çünki beslediği türler bitkili akvaryumlarda yaşayan türler.Onun tarzıda sistemleride bitkili akvaryumlara uygun.Ama malawi ve tanganyika türleri kayalık kesimlerden oluşmakta.Allaha şükür ben çok iyi idare edebiliriyorum sistemlerimi fakat Onur kardeşimin maaşallahı var çok bilgili hani dedim belki bikaç bişey yazar bizde faydalanırız :))
[/QUOTE]
Konu kendini idare eden sistemler olduğu için, dip çekimi gibi ilave çalışmalardan da uzak durulduğunu düşünerek yazdım.
Umarım şimdi anlaşılmışımdır!!!
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 19:14
[QUOTE=harunresitz][QUOTE=brk_tuncer][QUOTE=harunresitz][QUOTE=brk_tuncer]Onur bu sistemlerde hep bitkili akvaryumlardan örnek resimler ekliyorsun.Birazda olayı bitki kullanılmayan kaya dekorlu olan akvaryumlara taşırsan çok sevinirim...[/QUOTE]
Bitkiye bir çok akvarist sıcak bakmıyor ama bitki akvaryumlarımızın olmazsa olmazları arasındadır. Akvaryumdaki nitratı yok etmenin en kolay yolu bitki yetiştirmektir. Akvaryumun kendi kendini idare edebilmesi için de ortamdaki nitratın akvaryumdan yok edilmesi gerekir. Bitki yoksa nitratı yok edemezsiniz o nedenle Onur Beyin bitkili üzerinde durması son derece normaldir bence. [/QUOTE]
Bitki yoksa akvaryumdaki nitratı yok edenezsiniz yazmışsınız ama bukadar kesin konuşmasanız daha iyi olurdu.Akvaryumda düzenli su değişimleri yaparak nitratı kolaylıkla akvaryumdan uzaklaştırabiliriz...Onur u anlıyorum çünki beslediği türler bitkili akvaryumlarda yaşayan türler.Onun tarzıda sistemleride bitkili akvaryumlara uygun.Ama malawi ve tanganyika türleri kayalık kesimlerden oluşmakta.Allaha şükür ben çok iyi idare edebiliriyorum sistemlerimi fakat Onur kardeşimin maaşallahı var çok bilgili hani dedim belki bikaç bişey yazar bizde faydalanırız :))
[/QUOTE]
Konu kendini idare eden sistemler olduğu için, dip çekimi gibi ilave çalışmalardan da uzak durulduğunu düşünerek yazdım.
Umarım şimdi anlaşılmışımdır!!!
[/QUOTE]
Evet konu kendini idare edebilen sistemler fakat konuyu yazan Onur beyinde sölediği gibi bu işi tamamen kendi kendine yapabilen bir sistem imkansız gibi gözüküyor.Yani biz dışardan yemleme, su değişimi (Su değişiminden kastım dip çekimi değil ki ben dip çekimine başından beri karşıyım , dip çekimi konusunda ki yazılarımdan da bunu görebilirsiniz)gibi etkileri mecburen yapıyoruz.Akvaryumdaki nitratıda bu düzenli su değişimlerinden sudan uzaklaştırabiliriz.Örnek olarak ben 400 litre takımda kurduğum sistemimde 15 günde bir kere %25 su değişimi yapıyorum başka da akvaryuma yemleme dışında herhangi bir şekilde müdahale etmiyorum.Yani sistem kendini tıkır tıkır götürüyor :))
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 22 Şubat 2010 21:11
Nitratla ilgili yanlış bilinen birşey var Onur da sürekli bu konuyu anlatmaya çalışıyor. Bende biraz test verilerini size yansıtayım. Şimdi sorsalar çürümüş yapraklarla dolu koyu kahverengi bir suya sahip hatta iğrenç kokan bir suda mutlaka nitrat yüksektir deriz genel olarak.Ama işte olay hiç öyle değil fotograflarla anlatayım size. Tam üç aydır ağzını kapalı tutup karanlıkta sakladığım (hızlı çürüsün diye) plastik kap ve çürümüş bitkilerin resmini vereyim.
[/IMG]
Bu gördüğünüz kaptaki su tam olarak üç aydır hiç değişmedi hiç bir müdahalede bulunmadım.
Şimdi gelelim testimize;
Testimiz Tetra marka NO3 testi (nitrat)
[/IMG]
Buda Sonuç Nitrat değeri "0" Evet arkadaşlar durum bazen düşündüğümüz gibi olmuyor.
[/IMG]
Elimde PH ölçmek için test yoktu maalesef ama su bende dökmedim saklıyorum hala. Bu suya karides bırakacağım. Gerekli testleri edindikçe test sonuçlarını paylaşacağım. Fosfat ve PH testleri uygulayacağım bu suya tahminim ph6,5 gibi bir değer çıkacak.
NOT: Onur senden izin almadan bu başlıkta paylaşımda bulundum kusuruma bakma yeni konu açmak istemedim gerekirse taşıyabilirsiniz.
ANIL 2010-02-22 21:13:24
Arkadaşlar yeni testlerime dün kavuştum Tetratest Laborett marka test kitini edindim. 3 aydır beklemekte olan suyuma testi uyguladım. Sonuç düşündüğüm ve yukarıda bahsettiğim gibi çıktı suyun ph değeri 6,5. Resimlerigün içinde paylaşacağım. İmageshack adresi açılmıyor resimleri bir türlü yükleyemedim.
[/IMG]
Bu gördüğünüz kaptaki su tam olarak üç aydır hiç değişmedi hiç bir müdahalede bulunmadım.
Şimdi gelelim testimize;
Testimiz Tetra marka NO3 testi (nitrat)
[/IMG]
Buda Sonuç Nitrat değeri "0" Evet arkadaşlar durum bazen düşündüğümüz gibi olmuyor.
[/IMG]
Elimde PH ölçmek için test yoktu maalesef ama su bende dökmedim saklıyorum hala. Bu suya karides bırakacağım. Gerekli testleri edindikçe test sonuçlarını paylaşacağım. Fosfat ve PH testleri uygulayacağım bu suya tahminim ph6,5 gibi bir değer çıkacak.
NOT: Onur senden izin almadan bu başlıkta paylaşımda bulundum kusuruma bakma yeni konu açmak istemedim gerekirse taşıyabilirsiniz.
Arkadaşlar yeni testlerime dün kavuştum Tetratest Laborett marka test kitini edindim. 3 aydır beklemekte olan suyuma testi uyguladım. Sonuç düşündüğüm ve yukarıda bahsettiğim gibi çıktı suyun ph değeri 6,5. Resimlerigün içinde paylaşacağım. İmageshack adresi açılmıyor resimleri bir türlü yükleyemedim.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 24 Şubat 2010 12:56
Onur eline sağlık. eskiden bu konuda bende yazmıştım onu da hatırlamakta fayda var:
http://www.akvaryum.com/Forum/amazon_biotop_k228873.asp
9 Aralık 2008
http://www.akvaryum.com/Forum/amazon_biotop_k228873.asp
9 Aralık 2008
Merhaba,
Çoğumuzun aklında kendi kendini döndüren, güzel sistemler kurmak mevcut. Kimi zaman çok zor olduğunu düşünüyoruz, kimi zaman ise uğraşırsak sorunsuz yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Bu kadar önemli bir konuyu özel mesajda tartışmak yazık olurdu. Bu konu insanların kafasını oldukça kurcalayan bir konu.
Konuyu bütün olarak ele alırsak büyük eksiklikler kalır bu yüzden her ne kadar birbiriyle ilişkili olsa da daha iyi gözlem için konuyu parçalayarak üzerine tartışmamız gerekiyor.
Bölüm 1 - Akvaryumlardaki canlı yoğunluğu:
Çoğumuz şnorkelle denize dalıp aşağıda neler olup bittiğine bakmışızdır. Tabandan su yüzeyine büyük bir kesit hacim aldığınızda ne kadar fazla su kütlesine ne kadar az balık kütlesi düştüğünü görebilirsiniz. Bu durum akvaryumlarda hiç de doğadaki gibi değildir. 100x30x40 lık standart metrelik akvaryumdaki 5 tane sarı prensesi düşünün. Bu akvaryumdan 1000 tane arka arkaya, 1000 tane üst üste, 1000 tane de yanyana koyup oluşan hacimdeki balık sayısı ile doğalarını kıyaslayalyım. Sanırım faciayı gördünüz 1000'er tane koyduğumuz hacimde bir göl olsaydı, balık nedeniyle 10 m önümüzü göremezdik, her taraf sapsarı sarı prenses olurdu. Tabi doğada bu kadar canlının hayatta kalması mümkün olmazdı.
Sanırım bu karşılaştırmadan sonra doğal olması istenen bir akvaryumda ne kadar az balık olması gerektiği biraz anlaşılmıştır.
Bölüm 2 - Akvaryumlarda av avcı ilişkisi:
Akvaryumda av ve avcıyı bir arada tutmak oldukça zor. Çünkü akvaryumda av ile avcının karşılaşma olasılığı doğaya göre çok daha sık oluyor. Somutlaştırmak gerekirse. Bir zar atıyorsunuz ve eğer 1 gelirse karşıdaki sizi öldürüyor. Eğer 100 kardeşseniz, her kardeş bu şekilde 20 defa zar atarsa 2-3 kardeş hayatta kalır . (5/6 üzeri 20 den ihtimalin %2.6 olduğu görülebilir) Hayatta 20 defa böyle zar atarak türünüzün devamı sağlanabilir ama hem 10 kişiyseniz hem daimi olarak size zar attırılıyorsa işinizin pek şansa kalmadığı sadece olayın kılıfına uydurulduğu söylenebilir
Akvaryumun bir diğer dezavantajı da bu ihtimallerin bir yönde ağır olarak gittiğinde olayın doğa tarafından kapatılamaması. Örneğin 1000 liranız var, siz de karşınızdaki de 1 lira koyuyor, yazı tura atıyorsunuz kazanan ortadaki 2 lirayı alıyor ve oyun böyle devam ediyor. Bir sefer birisi, bir sefer diğeri kazanıyor, bazen birisi 3 defa üstüste kazanıyor, sonra diğeri 2 sefer üstüste kazanıyor vb. ve ortalama olarak ikisi de yaklaşık eşit sayıda kazanacağı için çok fazla oyun oynasalar dahi iki tarafında 1000 liraya yakın parası kalıyor. Belki birisinin 1050 birisinin 950 kalır ama neticede yakın şekilde devam eder. Ancak eğer 1000 değil de 2 lirayla bu kumara girilirse oyun 10 dakikada neticelenir ve birisi diğerinin tüm parasını alır oyun biter. Doğada da durum benzer ilerler, diyelim ki bu şans faktörü avların alehine gelişti ve hepsi avlandı, o bölgeye başka bölgeden avlar gelir ama akvaryumda sizin av eklemeniz gerekir. Ya da avcılar av yakalayamadı ve açlıktan öldü diyelim. Doğada yan bölgeden buraya avcı gelir ama akvaryumda yine siz alırsınız. Üstelik azalan tür sayısının av-avcı dengesinin bozukluğundan mı, şanssızlıktan mı bittiğini anlayamak durum dengede gibi görünüyorsa zor olur.
Yani av ile avcıyı mümkün olduğunca doğadaki şartlarda buluşturmak lazım. Bunun için kocaman bir akvaryum ve az sayıda ve küçük boylu avcı gerekir. Avcıları küçük balıklardan seçmenin (örneğin cüce cichlidler) bir diğer avantajı avcının açlıktan ölmesini engellemektir. Bunu dışında tabi avlara bitkilerle çok iyi saklanma yerleri sağlanmalıdır. Bu sorunu aşmak için avcının giremeyeceği avın rahatlıkla çoğalabileceği sığınakların olması iyi olur.
Yukarıda av avcı olarak anlattık ancak bir besin piramidi olduğunu ve bu ilişkinin pek çok canlılar arasında olabileceğini unutmamak lazım. Örneğin yaprak balığı avcı kardinal tetra avdır, aynı zamanda da kardinal tetra avcı, su piresi avdır. Yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim dengenin tüm bu av-avcı ilişkilerinde korunması gerekir. Tetralar su pirelerini tüketirse açlıktan ölürler, sonra yaprak balığı da açlıktan ölür.
Son olarak bu bölümde belirtmek istediğim konu av-avcı seçimi. Örneğin böyle bir akvaryumda zor üreyen kardinal tetrayı seçmek yerine sistemin kolay işlemesi için kolay üreyen ve kardinal tetra ile benzer boy ve beslenme yapısındaki asya balığı barbus titeyayı seçmek daha akıllıca olur.
Akvaryumda oksijen, azot ve suyun kütle korunumundan bitki budanmasına kadar pek çok daha konu var, bunları da zamanla bu konuya ekleyeceğim...
Bölüm 3 -Azot döngüsü:
Bitkiler şekeri üretiren suyu ve karbondioksiti hava ve sudan temin edebiliyorlar, bir nevi ekmek elden su gölden bir hayat yaşanıyor ancak protein üretmek için gerekli azotu havadan bağlayamıyorlar. Çünkü havadaki azotun bağlarını kırmak çok enerji istiyor ve amonyak, nitrat gibi azot kaynakları da varken, havadaki azotun varlığından haberleri bile olmuyor. O kadar ki, azotsuz toprakta yetişen bitkiler havadan azot kapmak yerine böcek yakalayıp ondan azotu almayı tercih ediyor. Gün olacak uzaklıştırmak için üşene üşene su değiştirdiğimiz nitrat gelip ihtiyaç duyduğumuz şey hatta bu sistemdeki en önemli şey olacak. Nasıl mı?
Sisteme karbondioksiti, oksijeni eklemekte çıkartmakta fazla mesele yok. Azotun aksine bu maddeler aynen olduğu gibi seviliyor ve havada da bol miktarda bulunduğundan sıkıntı olmuyor. Ancak azot öyle değil. Siz bir sistemi başta kaç canlı ve ne kadar su ile kurduysanız, ve bu canlıların bünyesinde ve suda ne kadar serbest olmayan azot atomu varsa o sistemde 1 yıl sonra da aşağı yukarı o kadar azot atomu vardır ve bu önemsenmeyecek miktarda azalıp artabilir ancak neticede yaklaşık olarak başladığımız kadar azotla gideriz. Bu ne demek? Bu demek ki bitki sayısı artıyorsa, bitkilere gelen azot, ölen bir balığın bünyesindeki azottur. Bu bitkinin bir şekilde örneğin çürükçül bitki yiyen gammarus tarafından yenip, onun da balık tarafından yenip tekrar balığa geçmesi gerekir. Ya da bitkiler bozulup da gammaruslarca yenmiş ve sayısı oldukça azalmışsa bu azotlar artık gammarusta ve suda nitrat halindedir, bu bitkisiz durum da sistemin üretkenliğini düşürür. Bu gibi durumlar genelde kendini kurtarır, fazla gammaruslar yem olur, avcı sayısı çok artar, gammaruslar azalınca av yeteneği ve şansı az olandan başlamak üzere avcılar açlıktan ölür, ardından bu ölülerin azotları ile sudaki diğer şartlar, ışık vb. de bitkiler için uygunsa bitkiler yine ürer. Ama denge bitkiler lehine aşırı geliştiğinde durum genelde kendini kurtaramaz. Besin piramidinin üzerinden başlayarak canlılar ölür. Gammarus, salyangoz gibi küçük canlılar ve bitki kalır. Sistem bu şekilde bir süre devam eder, sistemin şartlarına göre uzun veya kısa bir süre sonra gammarus da kalmaz, zira bitkideki gelişim çok iyiyse çürük bitki bulamayan gammarusların sayısı azalır, üreme olasılıkları düşer, çürük bitki gammarus dengesi iyi korunusa, bitkilerin yer sıkıntısı yüzünden kenar kısımların ve dipteki ışık almayan kısımların yaşamayıp ölmesi, bunların gammaruslarca yenmesi, sonra ölen gammarusların tekrar bitkilerce azot olarak alınması iyi bir dengede durursa ve en önemlisi de suda zaten bitkilerce azaltılmış azot kaynağının kalanının tamamı salyangozlarca ele geçirilmez ise (bunu sonraki bölümlerde detaylı olarak göreceğiz), bir sorun çıkana kadar; (ör. hastalık, gammarusların erkek veya dişi kalması, yüksek sıcaklıkların gammarusları öldürmesi veya üremesini durdurması vb.) sistem devam eder. Sonra ise bize bitki ve salyangoz kalır.
Azot açısından bitki budaması ve canlı ekleme çıkarması çok önemlidir. Bir bitkiyi budarken ve ölü balığı çıkarırken sistemin azotunu alıp canlı kütlesini düşürdüğünüzü, bitki ve canlı eklerken de arttırdığınızı bilmekte fayda var. Son olarak da bir canlının aşırı miktarda üremesi ve böylelikle azotu bünyesine alması kesinlikle sistemin devamı için müdahale gerektirdiğini gösterir aksi taktirde canlı çeşidi azalmış bir halde yeni bir denge kurulacaktır.
Bölüm 4 -Su ve mineral içeriği:
Su zamanla buharlaşacak. Eğer istenen düşük ve orta pHlı bir sistemse su eklemek sorun olacak. Çünkü buharlaşan sudaki mineral miktarı yok denecek kadar azdır, bizim sistemimizde de azot sayısı belirli olduğu için canlılar aşırı artış gösteremiyor örneğin bu yüzden salyangozlar aşırı artıp minerali kullanamıyor. Bu yüzden eğer buharlaşan su normal su ile tamamlanırsa su kapalı havza gölleri gibi (ör Tanganyika) zamanla çok sert olur. Bu göllerde de suyun tek gidiş yönü buharlaşmadır, nehirlerle beslenir ama bir nehirle kendini dışarıya veremez ve su minerallerce aşırı zengin olur. Bu da çoğy bitkilnin fazla sevdiği bir durum değildir. Buharlaşan suyun yerinin r/o ile tamamlanması önemlidir.
Bölüm 5 -Canlı rekabeti:
Canlılar tipine göre; daha çok ışığı, daha çok besini, daha çok yeri alabilmek için birbiriyle mücadele edeceklerdir. Örneğin bu tür bir akvaryumda birden fazla bitki türü genellikle en iyi yayılabilen bitkinin yaşamını sürdürmesiyle son bulur. Diğer bitki ya kıyıda köşede cılız olarak yaşar ya da tamamen ölür. Tabi uygun türler seçilirse veya yayılımcı bir bitkinin ulaşmasının çok zor olduğu bir yere diğer bitki konulursa ya da 2. bitki olarak javamoss gibi diğer bitkilerin arasında yaşayan gölge bitkisi konulursa fazla sayıda bitki bakılabilir.
Hayvanlar da birbiriyle rekabet halinde olacaktır. Örneğin salyangozlar en çok yosunu, artığı, çürümüş canlıları yiyerek, sayılarını çok arttırarak kendi ile rekabet eden gammarusun soyunu tüketebilir. Bu yüzden bu canlıların birinin dominantlığını engellemek için sayılarını kısıtlayıcı önlemler, avcılar almak gerekir.
Aynı tür arası rekabet güçlü olanın hayatta kalması açısından güzel olsa da, türler arası rekabet bahsettiğim gibi ciddi sorunlara ve canlı çeşidinin azalmasına yol açacaktır.
Bölüm 6 -Enerji dengesi:
Enerjinin pek çok ayrı sınıflandırması vardır. Bizim ilgilendiğimiz konu akvaryum canlılarındaki enerjinin sisteme getirilmesi, tüketimi ve aktarımıdır.
Küçükken yemekleri yiyip nasıl enerji aldığımızı merak ederdim. Gözümde canlanan olay şu şekildeydi. Biz bu yemekleri yiyoruz, dişimizde iyice sıkıştırıyoruz, mide de iyice sıkıştırıyor ve bu sıkışma ile içlerindeki enerji çıkıyor, bize enerji veriyor, bir kısmını da parçalamadan depo ediyoruz ve büyüyoruz. Çocuk aklı ile yapılan bu tespit bilimsellikten uzak ve saçma olsa da en azından bende işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir merak ve doğruya ulaşma isteği doğurmuştu. Benim düşündüğüm gibi atomları parçalayıp yok etsek heralde bir çilekle koşarak şehirleri arası tur yapabiliriz :) Neticede çevremden de aradığım bilgiyi bulamayınca seneler sonra bir biyoloji dersinde topladığım parçalarla birleşen bütün neticesinde kafamdaki o tozlanmış lamba bir anda yandı. Enerji, besinlerin moleküllerinin arasındaki bağlarda saklanıyor. Örnek vermek gerekirse bir şeker molekülünü (C6H12O6), bizim enzimlerimiz oksijen (O2) yardımı ile parçalarına ayırıyor. Hem de bizim çok iyi bildiğimiz parçalara. 1 adet C6H12O6 + 9 adet O2 ---> 6 adet CO2 + 6 adet H2O . Evet 1 molekül şekeri yakmak için 9 molekül oksijen kullandık ve 6'şar molekül karbondioksit ve su çıktı. Bu şeker asla midede değil, her zaman hücrenin içinde karbondioksit ve suya parçalanır ve en basit oksijenli aciz bakteriden, insana kadar tüm oksijenli ortam canlılarında bu olay gerçekleşir ve en temel enerji kaynağıdır.
Canlılar hareket etmek, sistemlerini, hücrelerini çalıştırmak, iş yapmak için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu enerji de üst paragraftaki işlem sonucu sağlanır. Normal akvaryumda veriyoruz yemi, alıyorlar yemdeki şekeri her şey güzel ama kapalı sistemde iş öyle değil. Bu enerji, üreticilerde sisteme alınır ve besin piramidini alttan üste doğru harcanarak dolaşmaya başlar, bu yüzden besin piramidindeki birey sayıları da tepedeki en avcı olana doğru çıktıkça azalır. Akvaryuma bu enerjiyi getiren yegane yerler bitkiler ve yosunlar gibi fotosentetik canlılardır. Ne nitrifikasyon bakterileri, ne çürükçül canlılar üretim yapabilir, bu işi fotosentetik canlılar yapar. Enerji üretirler lafı hatalı olur, enerji değil şeker üretirler, enerjiyi sisteme kazandırırlar. Bunu da şu şekilde yaparlar: 6 adet CO2 + 6 adet H2O ---> C6H12O6 + 9 adet O2 Evet yukarıdaki işlemin tersi Yukarıda bu işlemin tersini yapıp işlemden enerji kazanıp harcamıştık. Bu işlemde ise bunlar arasında bağ oluşturmak için bize enerji lazım. Bu enerji ise sisteme nereden gelebilir? Tabi ki ışıktan. Işıktan elde edilen enerji ile karbondioksit ve su birleştirilip şeker yapılır ve oksijen açığa çıkar. Bu üretilen şekerlerin bir kısmı bitki tarafından yaşamsal faaliyetler için kullanılır, kalan kısmı ise nişasta yapılarak depolanır. Bu enerji, nişasta vasıtası ile bitkiyi yiyen canlıya aktarılır. Burada önemli olan bir nokta var. Eğer bitkinin çürümüş yapraklarının örneğin gammarusca yenmesini ve bunu yiyen canlıların avcılarca yenerek enerjinin besini piramidin üstüne taşıması bekleniyorsa sistemde sorun vardır. Çünkü bitki çürüdüğünde bu enerjinin pek çoğu çürükçül bakteriler tarafından alınır, karbondioksit ve suya dönüşüp enerji işlemi yukarılara tırmanmadan hemen yine baştan başlar. Çürükçül bakteriler sistem için önemlidir fakat bu kadar erken devreye girmeleri sistem için iyi olmaz. Bu yüzden bitkilerin olabildiği kadarıyla sağlam şekilde yenmesi gerekir. Bunu yiyen canlı (ör. gammarus) içindeki şekeri doğrudan alamaz çünkü şeker nişasta halinde depolanır. Yiyen canlı bu nişastanın bir kısmını midesinde şekere parçalayıp, şekeri de hücrelerine enerji kullanmak için alır, bu nişastanın bir kısmını ise alamadan bağırsaklarından dışkı olarak atılır. Bize çürükçül bakteriler bu dışkılar için lazımdır ve devreye girerler.
Neticede bu canlı şekerleri glikojen olarak depolar, lazım olduğunda şekere çevirip kullanır (konu için önemsiz bir detay, hayvanlar nişata yapamaz, glikojen yapabilir, glikojen balıkta ve biz gibi canlılarda karaciğerde depolanır. Kanda şeker azsa glikojenler çözülüp kana şeker verilir, çoksa da karaciğerde glikojen olarak depolanır. Tabi bu tüm şeker karaciğerde demek değildir, vücutta, kaslar ağırlıklı olmak üzere çok yerde hatta her yerde bulunur .) Ardından gammarusu yiyen avcı balık vücüdunda et olarak, kan olarak, karaciğer olarak vb. depolanan bu enerjiyi midesine indirir. Mide ve bağırsaktan geçerken büyük kısmını yakalar, yakalayamadığı kısım dışkı olarak atılır ve çürükçüller devreye girer.
Bu konu başlığından bakıldığında bir sistem için üretcinin (bitkinin ve yosunun) ne kadar önemli olduğu ve besin zincirinin ne kadar dikkatli ve özenli ayarlanması gerektiği görülebilir. Harcanan enerji kadar besini sisteme getirmeliyiz, kakadu yüzerken harcadığı enerjinin temelinin bizim ışıktan geldiğini bilmeli, bu enerjinin bitkiden alınıp, birazının harcanıp birazının gammarusa geçerek, onun da birazının harcanıp, birazının kakaduya geldiğini bilip sisteme hakim olmayız.
Son bir not: Havada bol karbondioksit, akvaryumda da bol su var, bu bitkiler kocaman olur kontrol edilemez diye düşünülebilir. Ancak biz olayı parçalara böldük ve olayları mümkün olduğunca bağımsız inceliyoruz. Bitki, karbondioksit ve su ile şekeri üretir ancak, azot döngüsünde hatırlayacağımız gibi; protein yapımı için su ve karbondioksit yanında azota ihtiyacı var, bunu da nitrat, amonyak gibi azotlu bileşiklerden alır. Yeni yapraklar için protein, protein için azot lazım, o da bölüm 3'den hatırlayacağımız üzere kısıtlı.
Bölüm 7 - Kumun Bakım İhtiyacı
Bir bardağa kumu tepeleme doldurtuktan sonra üzerine ciddi bir hacimde su eklesek de taşma gözlemlemeyiz. Nedeni kumların arasındaki boşluktur. Akvaryumda da bu boşluklar su ile dolar ve derinlere indikçe bu suyun yüzeyle ilişiği kesilir. Üstteki 1 cmlik kadar kısım difüzyonla değişim gerçekleştirse de alttaki su aynen kalır. Bunu engellemek için, taban ısıtması, minare salyangozu, yer yer kumun en dibine gömülmüş, bir timer vasıtası ile 3-4 günde bir, 1 dakika kadar çalışan minik hava taşları gibi çeşitli opsiyonlar kullanılabilir. Eğer bu yöntemlerin hiçbiri seçilmezse büyük ihtimal bitkilerin kökleri nefes alamaz ve çürür, dipte ciddi bir H2S gazı oluşumu başlar, bu az az da olsa difüzyonla akvaryum suyuna karışır, az miktarı zehirlemese de rahatsız eder.
Bölüm 8 - Tortu
Akvaryumdaki bitkilerin ve kumun üzerinde oluşacak tortular zamanla görüntü kirliliği yaratacaktır. Bununla ilgili önemli 2 nokta; rahatsız olunmaması gerektiği ve bunun doğal olduğunun hatırlanmasıdır. Pek çok bakteri bu tortuların üzerinde yaşayacak, karides, yavru balık gibi küçük canlılar da buraları av ve saklanma mekanı olarak çok seveceklerdir. Eşin dostun aa ne pis akvaryum, değiştirsene suyunu lafına karşılık sunum niteliğinde bir cevap yerine, derslerim çok yoğun gibi kısa bir cevap verilmeye alışılmalıdır
Çoğumuzun aklında kendi kendini döndüren, güzel sistemler kurmak mevcut. Kimi zaman çok zor olduğunu düşünüyoruz, kimi zaman ise uğraşırsak sorunsuz yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Bu kadar önemli bir konuyu özel mesajda tartışmak yazık olurdu. Bu konu insanların kafasını oldukça kurcalayan bir konu.
Konuyu bütün olarak ele alırsak büyük eksiklikler kalır bu yüzden her ne kadar birbiriyle ilişkili olsa da daha iyi gözlem için konuyu parçalayarak üzerine tartışmamız gerekiyor.
Bölüm 1 - Akvaryumlardaki canlı yoğunluğu:
Çoğumuz şnorkelle denize dalıp aşağıda neler olup bittiğine bakmışızdır. Tabandan su yüzeyine büyük bir kesit hacim aldığınızda ne kadar fazla su kütlesine ne kadar az balık kütlesi düştüğünü görebilirsiniz. Bu durum akvaryumlarda hiç de doğadaki gibi değildir. 100x30x40 lık standart metrelik akvaryumdaki 5 tane sarı prensesi düşünün. Bu akvaryumdan 1000 tane arka arkaya, 1000 tane üst üste, 1000 tane de yanyana koyup oluşan hacimdeki balık sayısı ile doğalarını kıyaslayalyım. Sanırım faciayı gördünüz 1000'er tane koyduğumuz hacimde bir göl olsaydı, balık nedeniyle 10 m önümüzü göremezdik, her taraf sapsarı sarı prenses olurdu. Tabi doğada bu kadar canlının hayatta kalması mümkün olmazdı.
Sanırım bu karşılaştırmadan sonra doğal olması istenen bir akvaryumda ne kadar az balık olması gerektiği biraz anlaşılmıştır.
Bölüm 2 - Akvaryumlarda av avcı ilişkisi:
Akvaryumda av ve avcıyı bir arada tutmak oldukça zor. Çünkü akvaryumda av ile avcının karşılaşma olasılığı doğaya göre çok daha sık oluyor. Somutlaştırmak gerekirse. Bir zar atıyorsunuz ve eğer 1 gelirse karşıdaki sizi öldürüyor. Eğer 100 kardeşseniz, her kardeş bu şekilde 20 defa zar atarsa 2-3 kardeş hayatta kalır . (5/6 üzeri 20 den ihtimalin %2.6 olduğu görülebilir) Hayatta 20 defa böyle zar atarak türünüzün devamı sağlanabilir ama hem 10 kişiyseniz hem daimi olarak size zar attırılıyorsa işinizin pek şansa kalmadığı sadece olayın kılıfına uydurulduğu söylenebilir
Akvaryumun bir diğer dezavantajı da bu ihtimallerin bir yönde ağır olarak gittiğinde olayın doğa tarafından kapatılamaması. Örneğin 1000 liranız var, siz de karşınızdaki de 1 lira koyuyor, yazı tura atıyorsunuz kazanan ortadaki 2 lirayı alıyor ve oyun böyle devam ediyor. Bir sefer birisi, bir sefer diğeri kazanıyor, bazen birisi 3 defa üstüste kazanıyor, sonra diğeri 2 sefer üstüste kazanıyor vb. ve ortalama olarak ikisi de yaklaşık eşit sayıda kazanacağı için çok fazla oyun oynasalar dahi iki tarafında 1000 liraya yakın parası kalıyor. Belki birisinin 1050 birisinin 950 kalır ama neticede yakın şekilde devam eder. Ancak eğer 1000 değil de 2 lirayla bu kumara girilirse oyun 10 dakikada neticelenir ve birisi diğerinin tüm parasını alır oyun biter. Doğada da durum benzer ilerler, diyelim ki bu şans faktörü avların alehine gelişti ve hepsi avlandı, o bölgeye başka bölgeden avlar gelir ama akvaryumda sizin av eklemeniz gerekir. Ya da avcılar av yakalayamadı ve açlıktan öldü diyelim. Doğada yan bölgeden buraya avcı gelir ama akvaryumda yine siz alırsınız. Üstelik azalan tür sayısının av-avcı dengesinin bozukluğundan mı, şanssızlıktan mı bittiğini anlayamak durum dengede gibi görünüyorsa zor olur.
Yani av ile avcıyı mümkün olduğunca doğadaki şartlarda buluşturmak lazım. Bunun için kocaman bir akvaryum ve az sayıda ve küçük boylu avcı gerekir. Avcıları küçük balıklardan seçmenin (örneğin cüce cichlidler) bir diğer avantajı avcının açlıktan ölmesini engellemektir. Bunu dışında tabi avlara bitkilerle çok iyi saklanma yerleri sağlanmalıdır. Bu sorunu aşmak için avcının giremeyeceği avın rahatlıkla çoğalabileceği sığınakların olması iyi olur.
Yukarıda av avcı olarak anlattık ancak bir besin piramidi olduğunu ve bu ilişkinin pek çok canlılar arasında olabileceğini unutmamak lazım. Örneğin yaprak balığı avcı kardinal tetra avdır, aynı zamanda da kardinal tetra avcı, su piresi avdır. Yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim dengenin tüm bu av-avcı ilişkilerinde korunması gerekir. Tetralar su pirelerini tüketirse açlıktan ölürler, sonra yaprak balığı da açlıktan ölür.
Son olarak bu bölümde belirtmek istediğim konu av-avcı seçimi. Örneğin böyle bir akvaryumda zor üreyen kardinal tetrayı seçmek yerine sistemin kolay işlemesi için kolay üreyen ve kardinal tetra ile benzer boy ve beslenme yapısındaki asya balığı barbus titeyayı seçmek daha akıllıca olur.
Akvaryumda oksijen, azot ve suyun kütle korunumundan bitki budanmasına kadar pek çok daha konu var, bunları da zamanla bu konuya ekleyeceğim...
Bölüm 3 -Azot döngüsü:
Bitkiler şekeri üretiren suyu ve karbondioksiti hava ve sudan temin edebiliyorlar, bir nevi ekmek elden su gölden bir hayat yaşanıyor ancak protein üretmek için gerekli azotu havadan bağlayamıyorlar. Çünkü havadaki azotun bağlarını kırmak çok enerji istiyor ve amonyak, nitrat gibi azot kaynakları da varken, havadaki azotun varlığından haberleri bile olmuyor. O kadar ki, azotsuz toprakta yetişen bitkiler havadan azot kapmak yerine böcek yakalayıp ondan azotu almayı tercih ediyor. Gün olacak uzaklıştırmak için üşene üşene su değiştirdiğimiz nitrat gelip ihtiyaç duyduğumuz şey hatta bu sistemdeki en önemli şey olacak. Nasıl mı?
Sisteme karbondioksiti, oksijeni eklemekte çıkartmakta fazla mesele yok. Azotun aksine bu maddeler aynen olduğu gibi seviliyor ve havada da bol miktarda bulunduğundan sıkıntı olmuyor. Ancak azot öyle değil. Siz bir sistemi başta kaç canlı ve ne kadar su ile kurduysanız, ve bu canlıların bünyesinde ve suda ne kadar serbest olmayan azot atomu varsa o sistemde 1 yıl sonra da aşağı yukarı o kadar azot atomu vardır ve bu önemsenmeyecek miktarda azalıp artabilir ancak neticede yaklaşık olarak başladığımız kadar azotla gideriz. Bu ne demek? Bu demek ki bitki sayısı artıyorsa, bitkilere gelen azot, ölen bir balığın bünyesindeki azottur. Bu bitkinin bir şekilde örneğin çürükçül bitki yiyen gammarus tarafından yenip, onun da balık tarafından yenip tekrar balığa geçmesi gerekir. Ya da bitkiler bozulup da gammaruslarca yenmiş ve sayısı oldukça azalmışsa bu azotlar artık gammarusta ve suda nitrat halindedir, bu bitkisiz durum da sistemin üretkenliğini düşürür. Bu gibi durumlar genelde kendini kurtarır, fazla gammaruslar yem olur, avcı sayısı çok artar, gammaruslar azalınca av yeteneği ve şansı az olandan başlamak üzere avcılar açlıktan ölür, ardından bu ölülerin azotları ile sudaki diğer şartlar, ışık vb. de bitkiler için uygunsa bitkiler yine ürer. Ama denge bitkiler lehine aşırı geliştiğinde durum genelde kendini kurtaramaz. Besin piramidinin üzerinden başlayarak canlılar ölür. Gammarus, salyangoz gibi küçük canlılar ve bitki kalır. Sistem bu şekilde bir süre devam eder, sistemin şartlarına göre uzun veya kısa bir süre sonra gammarus da kalmaz, zira bitkideki gelişim çok iyiyse çürük bitki bulamayan gammarusların sayısı azalır, üreme olasılıkları düşer, çürük bitki gammarus dengesi iyi korunusa, bitkilerin yer sıkıntısı yüzünden kenar kısımların ve dipteki ışık almayan kısımların yaşamayıp ölmesi, bunların gammaruslarca yenmesi, sonra ölen gammarusların tekrar bitkilerce azot olarak alınması iyi bir dengede durursa ve en önemlisi de suda zaten bitkilerce azaltılmış azot kaynağının kalanının tamamı salyangozlarca ele geçirilmez ise (bunu sonraki bölümlerde detaylı olarak göreceğiz), bir sorun çıkana kadar; (ör. hastalık, gammarusların erkek veya dişi kalması, yüksek sıcaklıkların gammarusları öldürmesi veya üremesini durdurması vb.) sistem devam eder. Sonra ise bize bitki ve salyangoz kalır.
Azot açısından bitki budaması ve canlı ekleme çıkarması çok önemlidir. Bir bitkiyi budarken ve ölü balığı çıkarırken sistemin azotunu alıp canlı kütlesini düşürdüğünüzü, bitki ve canlı eklerken de arttırdığınızı bilmekte fayda var. Son olarak da bir canlının aşırı miktarda üremesi ve böylelikle azotu bünyesine alması kesinlikle sistemin devamı için müdahale gerektirdiğini gösterir aksi taktirde canlı çeşidi azalmış bir halde yeni bir denge kurulacaktır.
Bölüm 4 -Su ve mineral içeriği:
Su zamanla buharlaşacak. Eğer istenen düşük ve orta pHlı bir sistemse su eklemek sorun olacak. Çünkü buharlaşan sudaki mineral miktarı yok denecek kadar azdır, bizim sistemimizde de azot sayısı belirli olduğu için canlılar aşırı artış gösteremiyor örneğin bu yüzden salyangozlar aşırı artıp minerali kullanamıyor. Bu yüzden eğer buharlaşan su normal su ile tamamlanırsa su kapalı havza gölleri gibi (ör Tanganyika) zamanla çok sert olur. Bu göllerde de suyun tek gidiş yönü buharlaşmadır, nehirlerle beslenir ama bir nehirle kendini dışarıya veremez ve su minerallerce aşırı zengin olur. Bu da çoğy bitkilnin fazla sevdiği bir durum değildir. Buharlaşan suyun yerinin r/o ile tamamlanması önemlidir.
Bölüm 5 -Canlı rekabeti:
Canlılar tipine göre; daha çok ışığı, daha çok besini, daha çok yeri alabilmek için birbiriyle mücadele edeceklerdir. Örneğin bu tür bir akvaryumda birden fazla bitki türü genellikle en iyi yayılabilen bitkinin yaşamını sürdürmesiyle son bulur. Diğer bitki ya kıyıda köşede cılız olarak yaşar ya da tamamen ölür. Tabi uygun türler seçilirse veya yayılımcı bir bitkinin ulaşmasının çok zor olduğu bir yere diğer bitki konulursa ya da 2. bitki olarak javamoss gibi diğer bitkilerin arasında yaşayan gölge bitkisi konulursa fazla sayıda bitki bakılabilir.
Hayvanlar da birbiriyle rekabet halinde olacaktır. Örneğin salyangozlar en çok yosunu, artığı, çürümüş canlıları yiyerek, sayılarını çok arttırarak kendi ile rekabet eden gammarusun soyunu tüketebilir. Bu yüzden bu canlıların birinin dominantlığını engellemek için sayılarını kısıtlayıcı önlemler, avcılar almak gerekir.
Aynı tür arası rekabet güçlü olanın hayatta kalması açısından güzel olsa da, türler arası rekabet bahsettiğim gibi ciddi sorunlara ve canlı çeşidinin azalmasına yol açacaktır.
Bölüm 6 -Enerji dengesi:
Enerjinin pek çok ayrı sınıflandırması vardır. Bizim ilgilendiğimiz konu akvaryum canlılarındaki enerjinin sisteme getirilmesi, tüketimi ve aktarımıdır.
Küçükken yemekleri yiyip nasıl enerji aldığımızı merak ederdim. Gözümde canlanan olay şu şekildeydi. Biz bu yemekleri yiyoruz, dişimizde iyice sıkıştırıyoruz, mide de iyice sıkıştırıyor ve bu sıkışma ile içlerindeki enerji çıkıyor, bize enerji veriyor, bir kısmını da parçalamadan depo ediyoruz ve büyüyoruz. Çocuk aklı ile yapılan bu tespit bilimsellikten uzak ve saçma olsa da en azından bende işlerin nasıl yürüdüğüne dair bir merak ve doğruya ulaşma isteği doğurmuştu. Benim düşündüğüm gibi atomları parçalayıp yok etsek heralde bir çilekle koşarak şehirleri arası tur yapabiliriz :) Neticede çevremden de aradığım bilgiyi bulamayınca seneler sonra bir biyoloji dersinde topladığım parçalarla birleşen bütün neticesinde kafamdaki o tozlanmış lamba bir anda yandı. Enerji, besinlerin moleküllerinin arasındaki bağlarda saklanıyor. Örnek vermek gerekirse bir şeker molekülünü (C6H12O6), bizim enzimlerimiz oksijen (O2) yardımı ile parçalarına ayırıyor. Hem de bizim çok iyi bildiğimiz parçalara. 1 adet C6H12O6 + 9 adet O2 ---> 6 adet CO2 + 6 adet H2O . Evet 1 molekül şekeri yakmak için 9 molekül oksijen kullandık ve 6'şar molekül karbondioksit ve su çıktı. Bu şeker asla midede değil, her zaman hücrenin içinde karbondioksit ve suya parçalanır ve en basit oksijenli aciz bakteriden, insana kadar tüm oksijenli ortam canlılarında bu olay gerçekleşir ve en temel enerji kaynağıdır.
Canlılar hareket etmek, sistemlerini, hücrelerini çalıştırmak, iş yapmak için enerjiye ihtiyaç duyarlar. Bu enerji de üst paragraftaki işlem sonucu sağlanır. Normal akvaryumda veriyoruz yemi, alıyorlar yemdeki şekeri her şey güzel ama kapalı sistemde iş öyle değil. Bu enerji, üreticilerde sisteme alınır ve besin piramidini alttan üste doğru harcanarak dolaşmaya başlar, bu yüzden besin piramidindeki birey sayıları da tepedeki en avcı olana doğru çıktıkça azalır. Akvaryuma bu enerjiyi getiren yegane yerler bitkiler ve yosunlar gibi fotosentetik canlılardır. Ne nitrifikasyon bakterileri, ne çürükçül canlılar üretim yapabilir, bu işi fotosentetik canlılar yapar. Enerji üretirler lafı hatalı olur, enerji değil şeker üretirler, enerjiyi sisteme kazandırırlar. Bunu da şu şekilde yaparlar: 6 adet CO2 + 6 adet H2O ---> C6H12O6 + 9 adet O2 Evet yukarıdaki işlemin tersi Yukarıda bu işlemin tersini yapıp işlemden enerji kazanıp harcamıştık. Bu işlemde ise bunlar arasında bağ oluşturmak için bize enerji lazım. Bu enerji ise sisteme nereden gelebilir? Tabi ki ışıktan. Işıktan elde edilen enerji ile karbondioksit ve su birleştirilip şeker yapılır ve oksijen açığa çıkar. Bu üretilen şekerlerin bir kısmı bitki tarafından yaşamsal faaliyetler için kullanılır, kalan kısmı ise nişasta yapılarak depolanır. Bu enerji, nişasta vasıtası ile bitkiyi yiyen canlıya aktarılır. Burada önemli olan bir nokta var. Eğer bitkinin çürümüş yapraklarının örneğin gammarusca yenmesini ve bunu yiyen canlıların avcılarca yenerek enerjinin besini piramidin üstüne taşıması bekleniyorsa sistemde sorun vardır. Çünkü bitki çürüdüğünde bu enerjinin pek çoğu çürükçül bakteriler tarafından alınır, karbondioksit ve suya dönüşüp enerji işlemi yukarılara tırmanmadan hemen yine baştan başlar. Çürükçül bakteriler sistem için önemlidir fakat bu kadar erken devreye girmeleri sistem için iyi olmaz. Bu yüzden bitkilerin olabildiği kadarıyla sağlam şekilde yenmesi gerekir. Bunu yiyen canlı (ör. gammarus) içindeki şekeri doğrudan alamaz çünkü şeker nişasta halinde depolanır. Yiyen canlı bu nişastanın bir kısmını midesinde şekere parçalayıp, şekeri de hücrelerine enerji kullanmak için alır, bu nişastanın bir kısmını ise alamadan bağırsaklarından dışkı olarak atılır. Bize çürükçül bakteriler bu dışkılar için lazımdır ve devreye girerler.
Neticede bu canlı şekerleri glikojen olarak depolar, lazım olduğunda şekere çevirip kullanır (konu için önemsiz bir detay, hayvanlar nişata yapamaz, glikojen yapabilir, glikojen balıkta ve biz gibi canlılarda karaciğerde depolanır. Kanda şeker azsa glikojenler çözülüp kana şeker verilir, çoksa da karaciğerde glikojen olarak depolanır. Tabi bu tüm şeker karaciğerde demek değildir, vücutta, kaslar ağırlıklı olmak üzere çok yerde hatta her yerde bulunur .) Ardından gammarusu yiyen avcı balık vücüdunda et olarak, kan olarak, karaciğer olarak vb. depolanan bu enerjiyi midesine indirir. Mide ve bağırsaktan geçerken büyük kısmını yakalar, yakalayamadığı kısım dışkı olarak atılır ve çürükçüller devreye girer.
Bu konu başlığından bakıldığında bir sistem için üretcinin (bitkinin ve yosunun) ne kadar önemli olduğu ve besin zincirinin ne kadar dikkatli ve özenli ayarlanması gerektiği görülebilir. Harcanan enerji kadar besini sisteme getirmeliyiz, kakadu yüzerken harcadığı enerjinin temelinin bizim ışıktan geldiğini bilmeli, bu enerjinin bitkiden alınıp, birazının harcanıp birazının gammarusa geçerek, onun da birazının harcanıp, birazının kakaduya geldiğini bilip sisteme hakim olmayız.
Son bir not: Havada bol karbondioksit, akvaryumda da bol su var, bu bitkiler kocaman olur kontrol edilemez diye düşünülebilir. Ancak biz olayı parçalara böldük ve olayları mümkün olduğunca bağımsız inceliyoruz. Bitki, karbondioksit ve su ile şekeri üretir ancak, azot döngüsünde hatırlayacağımız gibi; protein yapımı için su ve karbondioksit yanında azota ihtiyacı var, bunu da nitrat, amonyak gibi azotlu bileşiklerden alır. Yeni yapraklar için protein, protein için azot lazım, o da bölüm 3'den hatırlayacağımız üzere kısıtlı.
Bölüm 7 - Kumun Bakım İhtiyacı
Bir bardağa kumu tepeleme doldurtuktan sonra üzerine ciddi bir hacimde su eklesek de taşma gözlemlemeyiz. Nedeni kumların arasındaki boşluktur. Akvaryumda da bu boşluklar su ile dolar ve derinlere indikçe bu suyun yüzeyle ilişiği kesilir. Üstteki 1 cmlik kadar kısım difüzyonla değişim gerçekleştirse de alttaki su aynen kalır. Bunu engellemek için, taban ısıtması, minare salyangozu, yer yer kumun en dibine gömülmüş, bir timer vasıtası ile 3-4 günde bir, 1 dakika kadar çalışan minik hava taşları gibi çeşitli opsiyonlar kullanılabilir. Eğer bu yöntemlerin hiçbiri seçilmezse büyük ihtimal bitkilerin kökleri nefes alamaz ve çürür, dipte ciddi bir H2S gazı oluşumu başlar, bu az az da olsa difüzyonla akvaryum suyuna karışır, az miktarı zehirlemese de rahatsız eder.
Bölüm 8 - Tortu
Akvaryumdaki bitkilerin ve kumun üzerinde oluşacak tortular zamanla görüntü kirliliği yaratacaktır. Bununla ilgili önemli 2 nokta; rahatsız olunmaması gerektiği ve bunun doğal olduğunun hatırlanmasıdır. Pek çok bakteri bu tortuların üzerinde yaşayacak, karides, yavru balık gibi küçük canlılar da buraları av ve saklanma mekanı olarak çok seveceklerdir. Eşin dostun aa ne pis akvaryum, değiştirsene suyunu lafına karşılık sunum niteliğinde bir cevap yerine, derslerim çok yoğun gibi kısa bir cevap verilmeye alışılmalıdır
Teşekkür Edenler: [T]166697,EnginHorlu[/T]
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 26 Şubat 2010 08:59
Onur abi malum senin gurami akvaryumunu görenler baya bi heveslendi o çeşit bir akvaryum kurmaya.Tabi bende:).Bu makale hepimiz için faydalı oldu teşekkürler.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 26 Şubat 2010 12:10
Çoğu kişi sadece hevesleniyor,uygulamaya geçireni pek görmedim.Hadi ama arkadaşlar,herkes yapabilir istedikten sonra,benim elimde sihirli değnek yok.Takıldığınız yerler ve ters giden bir şeyler olursa burda sorun yardımcı oluruz.
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 04 Mart 2010 00:37
Kendi kendini idare eden bir akvaryum eminim pek çoğumuzun hayalidir bu yolda yaşanan en ufak tecrübe paylaşılmalı Onur arkadaşı yazma konusundaki duyarlılığından dolayı kutluyorum söz uçar yazı kalır sonuçta. Bu tarzda bir biyotop denilince benim aklıma Tunç Ali Kütükçüoğlu'nun odasındaki biyotop gelir hemen orada da tecrübe ile edinilen bilgiler çok güzel bir şekilde sunulmuş ilgilenenler için link Odamdaki biyotop
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 12 Mart 2010 23:33
Onur kardeşim yazılarını okumak büyük bir zevk.Bir de şu akvaryumunu tam anlamıyla göremedim,detaylı fotoğraflar eklersen sevinirim.Teşekkürler
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir
Gönderim Zamanı: 14 Mart 2010 14:15
Onucuğum ellerine sağlık, zaman ayırıp bu kadar emek harcadığın için çok teşekkürler :) Hafta bir çıktığım 4 saatlik çarşı iznimin 1 saatini ayırtacak kadar keyifli bir yazı olmuş; sensiz bir akvaryum.com düşünemiyorum :) görüşmek üzere...
Üye imzalarını sadece giriş yapan üyelerimiz görebilir